PARACELSUS
PARACELSUS
Paracelsus (Phillipus
Theophratus Bombastus von Hohenheim). Almanca konuşan İsviçreli doktor ve
kimyager. 16. yüzyılın önemli bilim adamlarından ve modern tıbbın
kurucularından biri olduğu kabul edilir.
1493
yılında Zürich yakınlarında doğdu.
Paracelsus' ismini kendisine kendisi vermiştir. 'para',
sanskritçede 'nirvanaya ulaşma-aydınlanma' demek. katoliktir ama katolikliği
eleştirmiş, lutheri desteklemiştir. Doğuda 8 yıl kalmış ve bu esnada doğulu
alimlerden çok şey öğrenmiştir.
Bombastik kelimesinin Bombastus-Bombast soyadından geldiği olasılığı-Tahmin.
Katolik olmasına rağmen Katolikliği eleştirmiş ve Luther'i desteklemiştir.
Aralık 17, 1493 Doğumlu, Einsiedeln, Switzerland—Ölümü (Öldü ise tabiki) Eylül 24 1541 Salzburg, Archbishopric of Salzburg ,Avusturya, German-Swiss physician and alchemist
Paracelsus Teufelsbrücke bridge doğumlu....
1493-1541 yıllari arasinda yasamis isvicreli hekim ve simyaci. philippus aureolus paracelsus adini kullanmistir her ne kadar gercek adi theophrastus von hohenheim olsa da.
Babası William Bombast lokman hekim/Eczacı.
17 yasinda tıp fakultesine giriyordu. Eczacilik biliminin piri sayılıyor. Simyadan kimyaya geçişin baslangıcı kabul ediliyordu. Paracelsus'dan önce kullanılan maddeler genellikle bitkilerden elde ediliyordu. "Laudenum" adını verdigi bitki kökenli uyuşturucu eriyiği, ilk kullanan olmakla birlikte madenlerin önemini vurguluyordu.
Egelilerin dört temel elemanına inanıyor. Yasam suyunu (eliksir) filozof taşı kabul ediyor hatta onu bulduğunu söylüyordu.
4 sayısı Aytunç Altındal'ın Gül ve Haç kardeşliği kitabında şu şekilde geçiyor;
Yine bir Okült ilmi olan “Sigil” çalışmalarında Ros=Çiğ Damlası, bazı özel çizimlerle gösterilmişti.
Gül ve Haç’ın gizli terminolojisînde bazı ülkelerin ve ulusların adları da “Kod ve Şifre” olarak kullanılmıştı.Örneğin Kıbrıs, bu gizli dilde “Bakır” ve “Venüs” anlamında kullanılıyordu. “Fama Confessio”da ”Kıbrıs’ı AL,Türk Çıksın” şeklinde bir deyiş vardı ve bu da gerçekte ne Kıbrıs Adası'nı ne de Türk ulusunu işaretliyordu.Bu gizli deyimde Kıbrıs, Venüs’ü yani “Dişil Prensibi”, Türk sözcüğü ise “Bilinçaltını, yani Kalpgözünü” simgeliyordu. Dolayısıyla R.C.'nin Kıbrıs'a gidişi ilkin Venüs ile hesaplaşması anlamına geliyordu.Katolik Kilisesi’nde bunun adı ”Penance” idi. Türk işte bu hesaplaşmadan sonra ortaya çıkacak olan spiritüel yükselişi temsil ediyordu.Kıbrıs bilindiği üzere bakman keşfedildiği ve mitolojiye göre Venüs'ün sahile çıktığı yerdir.Fama literatüründe geçen adların Numerolojik değerleri de çok önemliydi. Örneğin Venüs, P.A.L. Gül gibi... Venüs Suriye’de Afrodit adıyla tanınıyordu. Mitolojide Astarte ve İshtar olarak biliniyordu.Kıbrıs’a Fenikeliler tarafından geti- rilmişti bu tanrıça. İbranîler Venüs’e Ashtoreth (Osh Th RTh) diyorlardı. Bunun numerolojik değeri 1370’ti ve bu sayı İbranice Hikmet+ Güç + Güzellik sözcüklerinin toplam Numerolojik değeriydi.Benzer şekilde Türk sözcüğü de Gül ve Haç Okültizmi'nde dört sayısıyla gösterilmişti. Dört harfli kod olması kişinin Türkleşmesi, yani yeryüzüne ait en üst boyuta, dördüncü boyuta yükselmesi ve bu dördüncü yaşam dalgasında fiziki ve zihinsel yeteneklerinin en üst düzeyde çalışmaya başlaması anlamına geliyordu." C.R.C.'nin üstadı P.A.L. öldüğünde onun on
beş yaşında olduğu Fama"da yazılıydı. Bu da C.R.C."nin beş duyusunun üç yeryüzü öğesiyle (Mekânsallık) tamamlandığını (5x3= 15) ve artık “Türkleşmesi” için hazır olduğunu gösteriyordu.Şunu da ekleyelim ki, Okült literatüründe “Ölüm”, değişime uğramak, mutasyon demektir. Özetle, P.A.L."ın mutasyona uğramasıyla C.R.C., Türkleşme seviyesine yükselmiştir. Çünkü Okült literatüründe Kıbrıs ve Venüs", İbrani alfabesinde “Doğu'yu” gösteren tek harfle belirtilmişti ve bu da “Işığın Rahmi”nin bulunduğu yöndür.
C.R.C. işte bu nedenle bu ana kaynağa gitmiştir-Aytunç Altındal-Hül ve Haç kardeşliği kitabından.
Paracelsus;
Güneş'in kalbi, ay'in beyni, jupiter'in karaciğeri, saturn'un dalagı, merkurun ciğerleri, mars'ın safrayı ve venus'ün böbrekleri yönettiklerine inaniyordu. Zihinsel ve fiziksel gelismenin nedenini doğru bir görüşle tiroid bezi çalışmasının aksamasında buluyordu.
İnsanın kükürt, civa ve tuz elementlerinden meydana geldiğini söylemiştir.
'Divine man=Ebedi insan' terimini literatüre sokmuştur (ki bu
doğudan etkilenmiş olabilir 'insan-ı kamil' gibi).
Parcelsus insan-ı kamil kavramından etkilenmiştir.
Bu konu aynı zamanda westworld'ün de ana teması bana göre.
Kana altın katarak tedavi gibi fikirleri vardır.
Çağdaşlarının gözünde
Paracelsus, büyücü ve hayret verici bir şifacıydı. Yaşam süresince bile
mucizevi tedavilerinin uzun hikayesi Avrupa’ya ulaştı. Felsefe Taşına sahip
olduğu, ölümü aştığı ve spirite dönüştüğü hikayesi dolaşmaya başladı. Yüz yıl
önce bile Avusturya’da bir kolera salgını sırasında, insanlar onun özel
güçlerinin hala var olduğunu sanarak iyileşme umuduyla Salzburg’daki mezarına
gittiler.
Paracelsus’un tam adı
Phillippus Theophrastus Bombastus von Hohenheim’dir.
Ailesi, güney Almanya’da
Stuttgart yakınlarındaki Hohenheim kalesine yerleşmiş, eski ve soylu bir aile
olan Bombast’lardı. Büyükbabası Georg, Teutonik şövalyelerinin
komutanı olarak haçlı seferlerinde düke eşlik etmiş, bir ara Kıbrıs’ta St. John
şövalyeleri ile birlikte bulunmuştu.
Ülkesine döndüğünde
politik bir komploya maruz kalan büyükbabasının asaleti ve tüm malları elinden
alımdı. Bu ortaçağda sık kullanılan bir yoldu ve böylece çocukların bile asalet
ve miras hakları ellerinde alınır, kilise ve dönemin prensleri
zenginleşirdi. Oğlu Wilhem, hiçbir hakka sahip olamadı. Tübingen’de tıp
fakültesini bitiren Wilhem, gezgin doktor olarak yaşama atıldı ve İşviçre’de
Almanca konuşulan bir bölge olan Schwayz kantonunda Einsiedeln’eyerleşti.
Burada, hemşire yardımcısı olan Elsa ile evlendi. Columbus’un Atlas okyanusunu
geçerek Amerika’ya ulaşmasından bir-iki yıl sonra, St. Phillip gününde
Paracelsus doğdu. Ailesi ona Phillip adını verirken, büyükbabası bilgiyi
araştırmaya adayan anlamında Theophrastus adını verdi, Atina’da Luceum’un başı
olarak Aristo’nun mirasçısı, antikçağın büyük bilim adamı Erosos’lu Tyrtamos’un
da adı olmuştur. Theophrastus, daha sonraları kendisine ünlü Roma hekimi
Celsus’tan da öte, daha üstün anlamına gelen Paracelsus adını verdi.
Onu en çok eleştirenlerden birisi Johannes Faber,Paracelsus'un “Adem ve Havva'nın yaratılmasıyla ilgili o kadar çok saçma fikiri olduğunu, belirli sayfalarda bir değil, birçok hatanın yazıldığını” savunuyor. Mesela Paracelsus, yılanın Havva'yı erkeksi bir adamla Adem şeklinde aldattığını ve Havva'nın yılanın onu baştan çıkardığı için yanlış yönlendirildiğini iddia edecek kadar ciddiydi!.
Faber'e göre Paracelsus'un doğal felsefi teorileri teolojik görüşlerinden daha az belirsiz görünmektedir. Bir yandan Faber, “Paracelsus'un daha mantıklı öğretilerini ve gerekenden daha fazla tıbbi uygulamasını kullanabiliriz diyordu. “Yararlı preparatları” ve “yeni tarifleri”, “Galenik ve Hipokrat ilaçların daha az etkili olduğu” bazı nadir hastalıklar için özellikle yararlı olabilir diyordu. Öte yandan Faber, Paracelsus'un eserlerinde, Paracelsus'un dört elementin üç temel ilkeden ( tria prima ), tuz, kükürt ve cıvadan oluştuğu teorisi gibi bir dizi felsefi yönünü kınadı . Dahası, Paracelsus bu tria prima'nın “anneden”, yani tüm varlıkların da kaynaştığı sudan tezi, Faber'in gözünde doğru olamayacağı iddiası vardı.Faber, ünlü İsviçreli doktorun tekrar tekrar “sihir şüphesi” olduğunu düşündü.
Paracelsus'un 1596 Endeksi için yaptığı çalışmaların incelenmesi, Paracelsus'un ilacı veya simyası üzerine değil, esas olarak teolojik ve itiraf konularına odaklandı. Roma sansüründe heterodoks olarak (ve “donec corrigatur” yasağının gelecekteki baskılarda düzeltilmesi gerektiğine işaret eden) pasajlar neredeyse sadece ya adli astroloji ve sihirle ilgiliydi ya da Katolik inancı ve din adamlarına karşı saldırılardı.
Roma 1596 Endeksi Paracelsus'un eserlerini sansürledi.Yani Katolik kilisesinin karşısındaydı Paracelsus.
Katolik kilisesinin çözemeyeceği özel terminolojiler kullanıyorlardı.Bunu o devirlerde tüm simya ile uğraşanlar kullanıyordu.
Devam edelim Paracelsus'dan;
İlk eğitimini anne ve
babasından alan Theophrastus, babasıyla Alp tepelerinde bitki toplarken, orda
rastladıkları yaşlılar, çobanlar ve yolculardan bitkilerin tıbbi özelliklerini
öğrendi. Babası ona bilgi ve deneyim elde etmenin doğru yöntemini öğretti. Alp
florası (bitki örtüsü) onun farmakoloji bilgisi için zengin bir kaynaktı. Dokuz
yaşındayken annesi ölünce Villach’a gittiler. Burada zengin bankerler olan
Fugger’lerin altın, demir, civa gibi maden işletmeleri vardı. Theophrastus
onların okuluna kayıt olurken, babası madenci hekimliği yaptı ve Fugger’lerin
mineraloji eksperi oldu. Mineralleri toplayan ve kendi kütüphanesini oluşturan
Wilhelm, oğluna metaller ve yıldızlar arasındaki gizemli ilişkileri öğretti.
Babasının asistanı olarak çalışan Paracelsus, madencilerin madenlerin zehirli
buharlarında hastalandıklarını gördü, hastalık yapan metallerin özelliklerini
öğrendi.
Bir simyacının laboratuarında minerallerin mucizevi dönüşümlerini
izledi ve bir gün bütün bu gizemleri keşfetmeyi umdu, kurşunu altına
dönüştürerek zengin ve ünlü olmayı düşledi. Buradaki deneyimi onun ilerideki yolunu
oluşturmasını sağladı.
Babası tarafından Basel
üniversitesine gönderilen Paracelsus, zamanın formal ve ezberci eğitimine karşı
çıktı, diğer öğrencilerle birlikte bilginin doğru kökenini aramak üzere
seyahatlere çıktı. O dönemlerde derslerde Latince zorunlu idi, öğrencilere
Latince dersi veriliyor ve Latince kitaplar ezberletiliyordu. Bu dilin
zorluğunu görünce şöyle seslendi: ‘Sizlere
yıldızları ve bitkileri öğrenmenin Latince ve Yunanca gramer öğrenmekten çok
daha kolay olduğunu söylüyorum. İlk önce tıbbı öğrenmek daha iyidir, Latince
sonra öğrenebilir.’
O, doğanın ışığının
kitaplarda değil, insanın kalbinde olduğunu gösterebilmeyi umdu. ‘Gerçeği kalplerimizde bulabilirsek,
dünyada bizim için imkansız bir şey olmayacaktır’ dedi..
Daha sonra babasının yakın
arkadaşı Vadianus’un rektöru olduğu Viyana üniversitesine gitti. Burada dört
büyük sanatı, aritmetik, geometri, müzik ve astronomi ‘yi öğrendi.
Mezun
olduktan sonra master için iki yıl daha kalması gerekiyordu ancak veba salgını
çıktı ve devam edemedi. Tıp mezuniyeti çalışmaları için İtalya’ya gitti.
İtalyanlar ünlü öğretmenlerdi. Eski kadim bilgilerle Arap, Hristiyan
doktorların bilgisine sahiptiler. Buradaki Padua Üniversitesi yeni ilerlemelere
öncülük etmişti. Aristo’yu temel alan bu okulun mezunlarından Vesalius, modern
anatominin kuruluşuna öncülük etti, Copernicus, dünyayı evrenin merkezinden
uzaklaştırdı, Galileo, onun bu bulgusunu doğruladı ve modern deney yöntemini
geliştirdi. Yayılan yeni dalga, sonunda ortaçağ sistemini devirdi. Ama tüm bunlar
gelişmelerin sonucunu bekleyen Paracelsus öldükten sonra oldu. Benzer bir okul
Ferrara’da kuruldu. Eflatun’cu Ferrara Üniversitesi ilericiydi ve doktor
Niccolo Leoniceno, okulun onuruydu. Leoniceno, Fransız Hastalığı üzerine
özelleşmişti ve Paracelsus, ondan çok şey öğrendi. Burada, Ficino, Pico della
Mirandola gibi ünlü Eflatuncularla tanışan Paracelsus, onlardan etkilenerek
kendi sistemini geliştirdi. Leoniceno’nın hocası ünlü Savonarola idi.
Savonarola, tıpta Hippokrat’ın izlenmesini öneriyordu. Paracelsus da Hipokrat
gibi hastanın bünyesine önem verdi, doğanın iyileştirici gücüne inandı.
Diyordu
ki: ‘tedavi sadece
hatası olan organa değil, tüm vücuda uygulanmalıdır’. Bu görüş
bugün literatürde Bütüncül
Tıp olarak adlandırılmaktadır.
‘Tanrı, doğada
ilacını sağlamaksızın hiçbir hastalığa izin vermez’ demiş...
Paracelsus, ‘doğayı bilen onu sevecektir ve onun
güçlerinden yararlanmayı bilecektir’
Paracelsus der ki: ’zehir her şeydedir, zehirsiz hiçbir
şey yoktur. Dozajı onu bir zehir ya da bir ilaç yapar’. Onun,
“benzer benzere” görüşü homeopatik olduğu kadar kemoterapötiktir' de.
Aynı zamanda, “organ
organa” ilkesini benimsedi. Bu ineğin organının insana verilmesi şeklinde
değil, Makrokozmos (evren) organının, mikrokozmos (insan) organına uygulanmasıdır.
Paracelsus anemiden söz eder; kan hastalığıdır ki, makrokozmostaki kan; kırmızı
renkli organ Mars’tır. Demir elementinden zengin olması nedeniyle kırmızı
görünümdedir ve kana afinitesi (eğilimi, çekimi) vardır. Bu nedenle demir
elementi insana verilirse kandaki demir eksikliği giderilecektir. Böylece,
hastalara demir bakımından zengin bitki tedavisi uygulanır.
Akademik çevrelerde çok
fazla dostu yoktu, çünkü onların tıbbını eleştiriyordu. Kopenhag kralının
annesini tedavi etmesi ise ona önemli bir konum sağladı. Krallığın eczanesini
organize etti.
Rus dükü Basil, kültürü
getirmek üzere sarayına hümanist, hekim, mimar ve astrologları davet ediyordu.
Bilimin gezgin şövalyesi Moskova’ya giden kervana katıldı. Kaderi, orada da
karşısına savaşı çıkardı.
Moskova Tatarlar tarafından işgal edilince esir
alınan Paracelsus, Tatar Şamanları ile yakınlık kurdu. Onun Şamanlardan majik
teknikler öğrendiği söylendi. İstanbul’a görevle giden bir Tatar prensinin onu
da beraberinde götürmesiyle orada adı bilinmeyen ünlü bir magus’tan yaşam
iksirinin formülüyle Felsefe Taşı’nı aldığı da söylendi. Paracelsus, bu
magus’tan özel bir fomül öğrenmiştir ve LAUDANUM adını verdiği bu ilacı, çok
acil durumlar olmadıkça kullanmazdı. Laudanum’unun bir ölüyü bile
diriltebilecek güçte olmasıyla övünürdü. Hatta kılıcının kabzasında özel olarak
yaptırdığı haznede laudanum ‘u saklar, formülü ise tamamen gizli tutardı.
İstanbul’dan kutsal
topraklara, oradan Rodos’a, Venedik yoluyla da Salzburg’a geldiğinde bu kez,
reformistler bir isyan dalgası başlatmıştır. Onların yaralarını tedavi ettiği,
aralarında mesaj taşıdığı gerekçesiyle tüm Salzburglular gibi o da tutuklanır.
Paracelsus, o günlerde binlerce kişinin asıldığını, işkence gördüğünü yazar.
O, metallerin
özelliklerini iyi biliyordu. Onların dönüşümlerini, nasıl bir gelişim
gösterdiklerini maden ocaklarında gözlemlemişti. Metaller de evrim geçiriyor ve
saflaşıyordu. Her şeyi mükemmel kılan eliksir’in tüm maddeleri ilk maddeye,
prima materiaya dönüştürdüğünü ve yaşamı uzattığından söz etti. Her varlıkta
bulunan yaşam özüne archeus, bizi yenileyen, onaran güce de arcanum adını
verdi. İlaçlarında bu arcanumları kullandı ve bir doktorun sanatının bu
arcanumlarda bulunduğunu söyledi. Bu tıp sanatında kimyasal maddelerin
kullanımıydı. Reçeteleri kopyacı ve bilgisiz doktorlardan korumak için kapalı
fomüller ve sembolik ifadeler kullandı. Ona göre, hastalığın belirlenmesinde
vücudun doğal siklusu izlenmeliydi. Doğal hastalıklar ya vücudun ya da elementlerin
yapısındaki karışıklıklardan köken alırdı. Kalıtsal faktörleri de göz ardı
etmezdi. Biyolojinin kalıtım prensiplerini anlamaya çalışarak doğanın yapısını
da anlamaya çalıştı. İnsan vücudu simyasal bir mutfaktı. Aşçı simyacı,
besinleri, et, kemik, saç, yağ vs. dönüştürüyor, özümseyemediğini ise atıyordu.
Archeus (yaşam özü), besleyici elementlerden zehirli olanları ayırırdı.
Doktorun görevi, archeus’a yardım etmekti, bu amaçla ya zehirin atılma yolunu
bulmalı ya da atılmasında tere yardım etmeliydi. Archeus, doğanın bir gücü,
insan ise evrenin bir molekülü, mikrokozmos idi. Bugün bilim adamları archeus’a
hücrenin canlı hafızası, Arcanum’a ise element adını vermektedirler.
Nüremberg’e giden
Paracelsus, burada sifilizli hastaları tedavi ederek birkez daha ün kazanır.
‘Fransız Hastalığının Nedenleri ve Kökenleri Üzerine’ adlı çalışmasının ilk
bölümleri yayınlanırken, devamı yasaklanır. Paracelsus, civanın dozunun
ayarlanmasıyla bu hastalığın tedavi edebileceğini gösterir. Bilmeyenleri
kullanmamaları için uyarır. Dozajdan ilk söz eden odur ve arcanumun etkisinin
önemli olduğunu, ‘Paragranum’ gibi küçük hacimli kitaplarına temel öğretilerini
sığdırmış ve tıbbın 4 sütüna dayandığını söylemiştir. Bunlardan
FELSEFE, bu
doğal felsefeydi ki tıbbın giriş kapısıydı,
ASTRONOMİ,
evrenin bilgisiydi, tıp çalışmalarının da ön koşuluydu,
ALKEMİ
(simya), mükemmelleşmenin yoluydu ki, biokimya ve farmakolojiye yol
açtı.
ERDEM
, doktorun profesyonel kafası, hastanın yaşam gücünü harekete
geçirmedeki yeterliliğiydi ki, diğer üç sütunu bir arada tutmak için
zorunluydu.
‘Beni doğa
düzenler, ondan doğdum ve onu izledim. O beni, ben onu bilirim. Işık olan
ondadır, onda olanı görürüm. ’
Tüm hastalıkların
nedenini vücudun onlardan kurulu olduğu üç temel mistik elementin kapısına dayandırdı.
·
Sülfür: gaz ve yanıcı elementler olarak bilinir ki, ruhun kuvvetleridir.(Ateş)
·
Civa: sıvı elementler olarak bulunur ki, zekanın kuvvetleridir. (Hava)
·
Tuz: katı elementlerde bulunur ki, maddenin prensibidir.(Su)-(Bilgelik)
Alşimizm'de Kımızı Gül Sülfür'ü,Beyaz Gül ise civa'yı temsil eder.
Beyaz Gülün Protest bir anlamı da vardır.Ama kırmızı gül ie beyaz gül dualite'yi temsil ediyor.Gül kodlaması önemlidir.Ezoterik sırları içerir.
Sağlıkta bunlar ayrışmaz
bir şekilde dengededir hafif ayrışmaları hastalığı tamamen ayrışmaları ise
ölümü oluşturur. Ateş ve su yaratılışın iki prensibidir.
Leonardo
Vinci,Martin Luther,Copernicus’un çağdaşıdır.
Paracelsus,kimyanın
ve kemoterapinin babası kabul edilmiştir.
Özellikle kan
ile ilgili konularda ilklerden.Kan’a altın katıp tedavi ettiği söyleniyormuş.
Zamanında kilisenin yaktırdığı kitaplar ve içindeki bilgiler bugün kan bilimine yaptığı katkılar nedeni ile son yıllarda değerleri önemsenmektedir.
Bu konu, yani kanda Altın ve gizemi kendi blogumda çok işlediğim bir konudur ve özel ilgi alanımdır.
https://kaburgaadam.blogspot.com/2019/12/altindnagenetik-ve-antik-gizemler.html
Bu konuda Aytunç Altındal şöyle diyor;
Umarız,şu ünlü tüp bebek fikrinin savunucularından birinin Paracelsus olduğu da anımsanır.
Şu sözleri de onun ünlü ''De Natura Rerum''undan aktarıyoruz:İnsanoğulları doğal ebeveynlere sahip olmadan doğabilirler.Bu şu demektir ki,özel bilgilere sahip bir Alşimistin marifeti aracılığı ile,böylesi yaratıklar dişi organizmada geliştirilmeden ve doğmadan ortaya çıkabilirler.'' ve Paracelsus, bunun nasıl olacağını bir cam tüp içinde formülü ile yazmıştı.
https://kaburgaadam.blogspot.com/2019/12/altindnagenetik-ve-antik-gizemler.html
Bu konuda Aytunç Altındal şöyle diyor;
Umarız,şu ünlü tüp bebek fikrinin savunucularından birinin Paracelsus olduğu da anımsanır.
Şu sözleri de onun ünlü ''De Natura Rerum''undan aktarıyoruz:İnsanoğulları doğal ebeveynlere sahip olmadan doğabilirler.Bu şu demektir ki,özel bilgilere sahip bir Alşimistin marifeti aracılığı ile,böylesi yaratıklar dişi organizmada geliştirilmeden ve doğmadan ortaya çıkabilirler.'' ve Paracelsus, bunun nasıl olacağını bir cam tüp içinde formülü ile yazmıştı.
Kimya ve simyacı, John Dee
ya da Giordano Bruno gibi, dönemin mistik bilim adamlarından,kimine göre
büyücü, simyacı, astrolog ya da okültisttirler.
Manly Palmer Hall
(1901-1990), magnum
opus’u olan Tüm
Çağların Gizli Öğretileri kitabında, Paracelsus için “Hermesçi
sanatın büyük sırları ona İstanbul’da verilmiştir. Yine Hall’e göre Paracelsus,
doğa ruhları (elementaller) ve görünmez âlemlerde yaşayan varlıklara ilişkin
bilgisini Hintli Brahminlerden almıştı... Rivayete göre Paracelsus,
simyacıların o ünlü Felsefe
Taşı’nın (baz metalleri altına dönüştüren toz) maddi ve
ruhani sırlarına İstanbul’da vakıf olmuştu.
Bilindiği gibi, Paracelsus, temelde canlının yapısını
kimyasal esaslara dayandırmaktaydı. Canlının yapısının temeli kimyasal esaslara
dayandığına göre, ondaki fenomenleri de, özde kimyasal esaslara dayandırarak
açıklamak gerekirdi. Dolayısıyla yapı kimyasal temellere dayalı olduğuna göre,
onda meydana gelen hastalıklar da esas itibariyle kimyasal fenomenler
olmalıydı, yani kimyasal olgular olmalıydı. Sonuç olarak tedavinin de kimyasal
prensiplere dayalı olması gerekirdi; bir başka ifade ile, Paracelsus o güne
kadar tedavide yaygın olarak kullanılan bitkisel ve az da olsa zaman zaman
kullanılan hayvanî kökenli maddeler yerine, inorganik kökenli maddelerle
tedaviyi önermekteydi. Bunlar arasında civa ve civa bileşikleri, kükürtlü
bileşikler ve çeşitli tuzlar yer almaktaydı..
Ona göre, bu bilimin gayesi noksan madenlerin değişimini
sağlamak, ve sağlığı korumaktır. Alman kökenli Cordelius, Gorcitanus
(muhtemelen Gohory) ve Sennertus gibi bazı hekimler, Galen, Dioscorides ve
Nicolaus gibi bazılan, madeniyet ile ilaç yapmayı uygun görmeyip, bu cinsten
maddelerin insan ve hayvan mizacına uygun olmadığını düşünürler. Söz konusu
bilim adamlanna göre, "bu maddeler, insan yapısında zehir etkisi
yaratabilirler, ancak bilindi ki sanat vasıtasıyla, simyadaki maddeler tiryak
tabiatı kabul edip, panzehire dönüşür. Aslında bazı bitkisel ve hayvansal
maddelerin de insan vücuduna zaran vardır." Bu bilim adamlanndan
Gorcitanus, muhtemelen Gohory adıyla bilinen Jacque Gohory (öl. 5 Mart 1576)
olmalıdır.
Esas itibariyle Paracelsus'un görüşlerini kabul etmiş olan Gohory,
antimonu ilaç olarak önerilmiştir; yine Paracelsus gibi, o da Altının suni
olarak elde edilebileceğini kabul etmiştir. Apalogia Chymico-Medica Practica
adlı eserinde, onun astroloji ile de yakından ilgilendiği görülmektedir..
Kimya demek ateş demek olduğundan, çeşitli madenleri
bağlamak ya da tesbit etmek veya çözmek için ateş kullanılır. Aynı özellik
insan vücudunda da vardır; vücudun ruhundaki ateş çeşitli maddelerin
çözülmesinde ve birleşmesinde rol oynar. Bu sanatın iki kısmı vardır: 1. eksik
madenleri şerefli madenlere dönüştürmektir; 2. hıfsıssıha ile ilgili olan
kısmıdır. Kimya konularını bilmekte yarar vardır. Onların etkileri, bitkisel
maddelerin etkilerine nisbetle daha güçlüdür. Ancak onlan kullanabilmek için
sırlarını bilmek ve bu bilgiye dayanarak onlan kullanmak gerekir. Aksi takdirde
onları kullanmamakta yarar vardır.
''Her ŞEY zehirdir.
Mühim olan dozdur'' Yani demiş ki; İlaçla zehir arasındaki tek fark dozdur...
Yani ; " Tüm maddeler zehirdir, ilacı zehirden ayıran dozudur "
-Paracelsus (1493-1541)
Man is not body. the heart, the spirit, is man.
And this spirit is an entire star, out of which,
He is built. if therefore a man is perfect in his
heart, nothing in the whole light of nature is
hidden from him.
And this spirit is an entire star, out of which,
He is built. if therefore a man is perfect in his
heart, nothing in the whole light of nature is
hidden from him.
Paracelsus'un gençliğinde kısırlaştırıldığı yazılmıştır. Ancak bunun nasıl olduğuna dair farklı hikayeler var. Bir iddia, babasının operasyonu gerçekleştirdiği yönünde.
Paracelsus'un ayrıca 32 adet kehaneti buluyor.
Aytunç Altındal yine bu kehanetlerle alakalı, özellikle 21.kehanetin Osmanlı Devleti ile alakalı olduğunu söylüyor.''Bu imparatorluk 420 yıl içinde yok olacak ve Türkler Avrupa'dan atılacaklar'' denilmektedir.
6.Kehanet Napolyon'la alakalı,17.29.31.kehanetler yeryüzünde yeni bir dinin kurulacağı ile ilgilidir.Diğerleri papalık ve ilahiyatla alakalıdır.Şeklinde yazmış Aytunç Altındal.
Paracelsus’un 32 kehanetinden en esrarengiz olanı, Abbe Constant’ın (Eliphas Levi) yazdığına göre 26. kehanettir. Kehanet böyledir:
“Kâhine, (F)yi yerleştirirken sizleri tanıyordu ve onun için şimdi gülün içinde (tam ortasında) dimdik duruyorsunuz; çünkü (artık) olgunlaştınız ve zaman sizleri (buraya) taşıdı. Kâhine’nin size dair söyledikleri tamamlanacaktır (gerçekleşecektir) ve sizinle ilgili bundan fazlası da söylenecektir. Gülleri getiren yaz karşı/ters zamandır ki, orada her şey bölünmüştür; bu, insanoğlunun sadece kumların üzerine binalar inşa ettiğinin delilidir / (ipucudur). Bu geçip gitmek zorundadır ve sen onu kayanın üzerine inşa ettiğinde birçokları şaşıracaktır.Çünkü zamanı gelince onunla birlikte geldiği yer de gelir''
Bu kehanette yüksek bir dağın tepesindeki kayaların üzerine oturtulmuş bir Taç vardır.
Taç’ın iki yanında biri çoraklaşmış, diğeri ağaçlık ve bereketli iki kent vardır.
Bunlardan çorak olan 'Yeryüzü Krallıklarınr', diğeri ise Okültik ’Tanrısal Krallığı’ sembolize etmektedir. Taç’ın üstünde beş çeperli bir Gül, onun üstünde de Sybil (Kâhine) tarafından oturtulmuş bir (F) harfi vardır.
Kaya, ’Gizli İmanı’ sembolize eder. Taç, sadece kralların değil aynı zamanda Tanrı’nın insana bağışladığı “Magick”in (sihir) sembolüdür. Paracelsus’a güre Tanrı insana 'Magick"i öğ- reterek onu Taç’landırmıştır. Kendisi de tüm I€ozmoz'u ‘Ma- gick’ aracılığıyla kurmuş ve yönetmiştir. Paracelsus için 'Magick', Tanrı’nın “Olsun” (Latincesi: Fiat) deyişiyle başlamıştır.
Paracelsus'a göre Tanrı’nın bu sırrı, subrosa, yani "Gülün Altındadır'“, gizlidir ve (F) tarafından korunmaktadır. (F) ise insanlığa Sybil aracılığıyla iletilmiştir. Bu tasvirde Gül’ün sayısal Kod'u 4169 ve 9654’tür.
Katolik Kilisesi, resmi yayınlarında 12 Sybil (Kâhine) kabul eder. Parace1sus'un sözünü ettiği Sybil, Katoliklerin kutsal ki- taplarında 5. sırada yer alan ”Sibylla Erythrea”dar. Bu Kâhi- ne’nin ambleminde bir zambak, kime ve ”Tree of Jesse” vardır. Tasvir'dcki Taç’ın amblemi de zambaktır. Öte yandan “Tree oh Jesse = Jesse'nin Soyağacı” / (Kral David'iıı babası) da doğru- dan doğruya Meryem’i lGüI = Meryem = Sofia = Hikmet) işaret- ler. Bu Sybil gelecekte “Bakire Doğum” olacağını muştulayan bir “Oracle”, (Kehanet) kentin duvarına yazdırttığı için ünlenmiş ve kilise tarafından kutsanmıştır. Paracelsus'un simyacılık anlayışına göre 'Bakire Doğum' sadece Meryem’in yaptığı doğumu değil, “Felsefe Taşı'nın” doğumunu da simgeliyordu ve ona göre bu Pagan Sybil’i ’Bakire Doğumu’ müjdelerken gerçekte “Sofia’nın doğacağını ve insanlığın Tanrı'nın gerçek bilimi olan “Magick’ ile tanışacağını anlatıyordu.
Paracelsus"a göre Meryem'in ‘Bakire Doğumu' Tanrısal Sihir aracılığıyla olmuştur. (F) harfi ise bu kehanetteki kilit harftir. Sybil tarafından Gül’ün üstüne yerleştirilmiş olan (F) harfi üç değişik anlaman Kod'uydu. Birincisi (F) Fatum = Fate = Kader anlamına geliyordu. İkincisi: (F) Geçmiş, Şimdiki Zaman ve Ge- lecek demektir. Üçüncüsü ise ”Gül ve Haç Kardeşliği Gizli Ör- gütü’nün Anayasasl (Ş eriatıl” kabul edilen FAMA FRATERNİTATİS’in Kod’uydu. Buna göre Kader (F), Gül’ün Altındaki Taç’ta saklanan yaşanmış, yaşanmakta ne yaşanacak olan tüm sırların açıklanmasını istemişti. Bu açıklamayı yaparak insanlığı Tanrı'nın Hikmeti’yle tanıştırma görevi işte bu FA- MA'daydı. FAMA ise ’Gül ve Haç Örgiitü’ tarafında açıklana- caktı. (NOT: FAMA, Latince bir sözcüktür ve “Kamuya Açıkla- nan Söylence / gizli bilgi” anlamına gelmektedir.)-Aytunç Altındal
Aytunç Altındal yine bu kehanetlerle alakalı, özellikle 21.kehanetin Osmanlı Devleti ile alakalı olduğunu söylüyor.''Bu imparatorluk 420 yıl içinde yok olacak ve Türkler Avrupa'dan atılacaklar'' denilmektedir.
6.Kehanet Napolyon'la alakalı,17.29.31.kehanetler yeryüzünde yeni bir dinin kurulacağı ile ilgilidir.Diğerleri papalık ve ilahiyatla alakalıdır.Şeklinde yazmış Aytunç Altındal.
Paracelsus’un 32 kehanetinden en esrarengiz olanı, Abbe Constant’ın (Eliphas Levi) yazdığına göre 26. kehanettir. Kehanet böyledir:
“Kâhine, (F)yi yerleştirirken sizleri tanıyordu ve onun için şimdi gülün içinde (tam ortasında) dimdik duruyorsunuz; çünkü (artık) olgunlaştınız ve zaman sizleri (buraya) taşıdı. Kâhine’nin size dair söyledikleri tamamlanacaktır (gerçekleşecektir) ve sizinle ilgili bundan fazlası da söylenecektir. Gülleri getiren yaz karşı/ters zamandır ki, orada her şey bölünmüştür; bu, insanoğlunun sadece kumların üzerine binalar inşa ettiğinin delilidir / (ipucudur). Bu geçip gitmek zorundadır ve sen onu kayanın üzerine inşa ettiğinde birçokları şaşıracaktır.Çünkü zamanı gelince onunla birlikte geldiği yer de gelir''
Bu kehanette yüksek bir dağın tepesindeki kayaların üzerine oturtulmuş bir Taç vardır.
Taç’ın iki yanında biri çoraklaşmış, diğeri ağaçlık ve bereketli iki kent vardır.
Bunlardan çorak olan 'Yeryüzü Krallıklarınr', diğeri ise Okültik ’Tanrısal Krallığı’ sembolize etmektedir. Taç’ın üstünde beş çeperli bir Gül, onun üstünde de Sybil (Kâhine) tarafından oturtulmuş bir (F) harfi vardır.
Kaya, ’Gizli İmanı’ sembolize eder. Taç, sadece kralların değil aynı zamanda Tanrı’nın insana bağışladığı “Magick”in (sihir) sembolüdür. Paracelsus’a güre Tanrı insana 'Magick"i öğ- reterek onu Taç’landırmıştır. Kendisi de tüm I€ozmoz'u ‘Ma- gick’ aracılığıyla kurmuş ve yönetmiştir. Paracelsus için 'Magick', Tanrı’nın “Olsun” (Latincesi: Fiat) deyişiyle başlamıştır.
Paracelsus'a göre Tanrı’nın bu sırrı, subrosa, yani "Gülün Altındadır'“, gizlidir ve (F) tarafından korunmaktadır. (F) ise insanlığa Sybil aracılığıyla iletilmiştir. Bu tasvirde Gül’ün sayısal Kod'u 4169 ve 9654’tür.
Katolik Kilisesi, resmi yayınlarında 12 Sybil (Kâhine) kabul eder. Parace1sus'un sözünü ettiği Sybil, Katoliklerin kutsal ki- taplarında 5. sırada yer alan ”Sibylla Erythrea”dar. Bu Kâhi- ne’nin ambleminde bir zambak, kime ve ”Tree of Jesse” vardır. Tasvir'dcki Taç’ın amblemi de zambaktır. Öte yandan “Tree oh Jesse = Jesse'nin Soyağacı” / (Kral David'iıı babası) da doğru- dan doğruya Meryem’i lGüI = Meryem = Sofia = Hikmet) işaret- ler. Bu Sybil gelecekte “Bakire Doğum” olacağını muştulayan bir “Oracle”, (Kehanet) kentin duvarına yazdırttığı için ünlenmiş ve kilise tarafından kutsanmıştır. Paracelsus'un simyacılık anlayışına göre 'Bakire Doğum' sadece Meryem’in yaptığı doğumu değil, “Felsefe Taşı'nın” doğumunu da simgeliyordu ve ona göre bu Pagan Sybil’i ’Bakire Doğumu’ müjdelerken gerçekte “Sofia’nın doğacağını ve insanlığın Tanrı'nın gerçek bilimi olan “Magick’ ile tanışacağını anlatıyordu.
Paracelsus"a göre Meryem'in ‘Bakire Doğumu' Tanrısal Sihir aracılığıyla olmuştur. (F) harfi ise bu kehanetteki kilit harftir. Sybil tarafından Gül’ün üstüne yerleştirilmiş olan (F) harfi üç değişik anlaman Kod'uydu. Birincisi (F) Fatum = Fate = Kader anlamına geliyordu. İkincisi: (F) Geçmiş, Şimdiki Zaman ve Ge- lecek demektir. Üçüncüsü ise ”Gül ve Haç Kardeşliği Gizli Ör- gütü’nün Anayasasl (Ş eriatıl” kabul edilen FAMA FRATERNİTATİS’in Kod’uydu. Buna göre Kader (F), Gül’ün Altındaki Taç’ta saklanan yaşanmış, yaşanmakta ne yaşanacak olan tüm sırların açıklanmasını istemişti. Bu açıklamayı yaparak insanlığı Tanrı'nın Hikmeti’yle tanıştırma görevi işte bu FA- MA'daydı. FAMA ise ’Gül ve Haç Örgiitü’ tarafında açıklana- caktı. (NOT: FAMA, Latince bir sözcüktür ve “Kamuya Açıkla- nan Söylence / gizli bilgi” anlamına gelmektedir.)-Aytunç Altındal
HOMUCULUS, İslami simya , Takwin ( Arapça : تكوين ),
Ebu Musa Câbir bin Hayyan . Simya bağlamında Takwin ,
Homuculus-Paracelsus- ezoterik kod-simya-fiolozof taşı- Sülfür-cıva-Tuz Yaratılış Sırrı- LAUDANUM- prima materiaya—ARCANUM- archeus-Elixir-Felsefe Taşı
Altın , gümüş , kurşun , kalay , bakır , demir konuları araştırılması gereken konulardır.Simyada Altın başta ve gümüş ikinci olarak çeşitli elementlerin diğerlerine nazaran daha yüksek bir titreşim içerdiği görüşü savunulur.
SAYILARIN GİZEMİ'ni de araştırmalısınız.
Mesela,;
1; sayıların ilk başlangıcı olduğundan, tek sayı bile olsa, eril ilkeye biraz daha yakın dursa da, hem eril hem de dişil olarak görülür. Eril bir sayıya eklendiğinde sonuç dişil bir sayı olur, örneğin; 3+1= 4 , 4+1=5
Arap alfabesinin ilk harfi olan elif harfinin sayısal değerinin 1 olması veya Aleph.
Pythagoras ekolünün birden ona kadar sayı isimleri şöyledir:
Monad, Duad, Triad, Tetrad, Pentad, Hexad, Heptad, Ogdoad, Ennead ve Dekad.
Tek sayılar (1,3,5,7, v.s.) erkek sayıları, çift sayılar (2,4,6,8, v.s.) dişi sayılar olarak addediliyordu. Bu sayıların dışında çift cinsiyetli androjen (hermaphrodit) sayılarda addediliyordu. Bunlar hem erkek, hem de dişi rakamları içerir. Örnek olarak 6, 2 çarpı 3'e eşittir. Bunların dışında daha nice sayı türleri ele alınmıştı.
Tetrad'ın geometrik tanımı dört noktanın meydana getirdiği dörtgendir.
Doğu kültüründe dörtgen dünyayı sembolize eder.Dörtgen içinde '+' ise dört yön.
Dört istikamet, dolayısıyla arzın ve toprak elemanının sembolüdür.
Mesela Haç Hıristiyanlıktan eski bir semboldür, dört element, dört istikamet ve Tek prensibin üç ayrı prensip halini gösterir.
Svastika,Oz tamgası veya gamalı haç, dört prensiple birlikte girdap (vorteks) Yasasını tasvir eder.Burada dönüş yönü önemlidir, pozitif enerjiyi, aksi istikamette çağrışımlar negatif enerjiyle bağlantı kurar.
Yine 4 sayısı ile alakalı Ezoterizmde en küçük organizma atom.
Atomun parçaları negatif yüklü elektron, pozitif yüklü proton ve nötr yüklü nötrondur. Onların karşılıklı iletişimleri ve dördüncü unsur olan enerji bir bütün meydana getirir. Hücrede aynı şekilde dörtlü bir bölme görebiliriz, negatif unsur bedensel kütlesini meydana getiren protoplazmadır, aktif unsuru bütün hücre işlemlerini meydana getiren mitokondriyalardır, nötr unsuru DNA ve RNA moleküllerini içeren hücre çekirdeğidir ve dördüncü unsur hayat enerjisidir.
İnsanların dört unsuru çağlar boyunca bilinmekteyken,gizli tutulmuştur.
Sanki dokunulması,bilinmesi yasak bir tabu olarak.
İNSAN olma kriterlerinin çağdan çağa toplumdan topluma değişmeyen ahlaki değerler toplamına ETİK değerler diyoruz bu da ETHOS'a karşılık geliyor.Bunun altında da bilinç yatıyor.
Spiritüel boyutumuzun gelişkinliğinin ölçüsü ile İNSAN olabilmemizin arasındaki bağlantı.
ETHOS ise sezgileri gelişmiş özel bir kavmin özelliği.
Yukarıda anlatılanların 450 yıl önce yaşanmış olması bizlerin bu konuları şu an keşfediyor olmamız konudan ne kadar uzak kaldığımızın da ayrı bir göstergesidir.
Think Tank
@Kaburgaadam
Yorumlar
Yorum Gönder