TRUVA,NICOLA TESLA,EINSTEIN VE BOSKOVİÇ(Boskovich)

                   TRUVA,NICOLA TESLA,NEWTON,EINSTEIN VE BOSKOVİÇ(Boskovich)


Nikola Tesla, Albert Einstein'ın görelilik teorisinin çoğunun, Einstein'ın teorisinden 200 yıl önce Ruđer Bošković tarafından ortaya atıldığına inanıyordu.
Evrenin yapısı hakkındaki modern bilimsel düşüncesinde Boscovich, zamanının ilerisindeydi: Maddenin, çekim ve itme gücüne sahip parçacıklardan oluştuğu sonucuna vardı ve 1748'de, yapısı için bir model önerdi, atom!!
Boscovich, Newton'un fikirleri ile Einstein'ın fikirleri arasındaki eksik halkadır. O olmadan fizik topuktur, Einstein'ın fikirlerinin emsalsiz ortaya çıktığı kurgusunu sunar. Academia'nın neredeyse hiç bahsetmediği gizemli bir boşluk. Geleneğin asıl soyları şunlar olabilir: Newton - Boscovich - Einstein - Tesla.
Boscovich 'Theoria Philosophiae Naturalis' (1758) Kitabı birçok boyutsuz noktadan oluşan bir madde teorisi geliştirmiştir; Herhangi bir noktanın karşılıklı çekiciliği, osilasyon eğrisi ile temsil edilen, aralarındaki mesafenin genel bir işlevidir. O, 'tabiri caizse, onlardan herhangi bir sayıdaki evrenden doğabilecek, her biri diğerine benzeyen veya farklı olmayan bir formun salınımlı bir eğrisini düşündü. başkalarıyla iletişim kurabiliyorlar ... ve bir araya getirilen daha küçük boyutlardaki tüm evren, tabiri caizse, aynı küçük noktalardan oluşan bir sonraki büyük evrene kıyasla sadece tek bir nokta gibi davranacak.
Kendisi ile karşılaştırıldığında tür. ' Boscovich'in kitabı daha sonraki birçok bilim insanını doğrudan etkiledi.Bilimsel başarıları, paralel evrenlerin bilimsel teorisi için ilk öneriyi içeriyor. ”

“ Ruder Boskoviç'in Bilgi Teorisi ” zamanında: “Boskoviç (aka Boscovich) gerçek atom fiziğini mümkün kıldı ve bu nedenle haklı olarak asıl öncüsü veya kurucusu olarak kabul edildi.”
Dubrovnik doğumlu fizikçi, astronom, matemetikçi, flozof, diplomat, şair, tarihçi, öğretmen ve teolog Boscovich Venüs gezegeninin güneşin önünden geçmesini gözlemlemek üzere İstanbul’a seyahat etmiştir.
Bu gözlem için biraz geciktiğinde bunu Troya harabelerini inceleme fırsatı olarak değerlendirmeye karar verir.
Troya harabelerinin Anadolu kıyılarında Bozcaada karşısında olduğu “o zamanlar popüler olan düşünceye” karşı çıkarak Troya harabelerinin denizden daha içeride bir konumda olduğunu iddia eder. 1761 yılının Eylül ayında Troya harabelerini ziyaret ederek; “Relazione delle Rovine di Troja, Esistenti in Faccia al Tenedo 1784” isimli raporunu yazar.
Bir keresinde maddi destekçisi olan Marki Romagnoli’ye yazarken artık asla Roma’ya dönmek istemediğini, İstanbul’a gitmeyi sabırsızlıkla beklediğini orada Türklerin kendisine Hristiyanlardan çok daha iyi davrandıklarını ifade etmiştir.
Boscovich, kuantum kuramı, genel görelilik kuramı ve büyük patlama kuramı ile ilgili temel fikirler gibi 20. Yüzyılda bilimde öne çıkacak olan konuları imgeliyordu. Tek yasa prensibiyle doğadaki tüm görünümlerin açıklanması idealini oluşturdu.
Boskovich kendine ait olan güçler kuramıyla fiziksel dünyadaki tüm görünümleri açıklayabilirdi. Güçlerin merkezinin maddenin parçalarında değil onun geliştirmiş olduğu ‘atom modelinde’ olması atom kuramının tarihinde önemli rol oynamıştı.

Burada araya girerek Roma kurucularını, tarihe biraz geri gidip ondan sonra Boskovich konusuna geri geleceğiz.

Romus ve Romulus iki kardeştir ve kardeşlerden biri Romulus, Romus’u öldürüp, Roma’yı kurdu. Bu heykel Roma’dadır ve “Romus Romulus’u” anlatan bir heykeldir. İki kardeşi emziren dişi kurt.. Resimde Kralice II.Elizabeth Romus-Romulus heykelini ziyaret ederken-1960 yılında.



Aynı dişi kurt heykeli Edremit'te de mevcuttur.
Hayatı hep ölümsüzlüğü aramakla geçen Büyük iskender Anadoluya girer girmez ilk olarak Truva'yı ziyaret edip Aşil'i(Achilles) anmıştı.
Truva Anadolu demektir.
Romayı da Truvalılar/Anadolu halkı kurmuştur desek yanlış olmacaktır şöyle ki;
Roma, MÖ 27 Nisan 753 tarihinde Truva prensi Aeneas'ın torunları olan Romulus ve Remus adlı ikiz kardeşler tarafından kuruldu.
Truvanin kurduğu Roma zamanla genişleyerek Yunanlıları yenmiş, Truva'nın intikamı alınmıştı.
Truva Hitit demekti,Luviler demekti,Lidya demekti,Anadolu demekti.
Romalılar Lidya kökenlidir.
Roma İmparatorluğu doğuya kayıp Konstantinopolis'i başkent yaptıktan sonra Yunanlaşmış ve iktidar yeniden Yunanlılara geçmişti.
Truva'ya gelen Yunan Ordusunun lideri,Miken kralı Agamemnon’du.Ordu Troya’ya yelken almış, karargâh kurmuş ve kenti kuşatma altına almıştı. Ancak, Troya’nın surları güçlüydü, Troyalılar ise kentlerini On yıllık savaş boyunca büyük bir cesaretle savundu.
Truva savaşında 3000 Yıl sonra Çanakkale ve Truva'yı ele geçirmek için bu defa ingilizler ve müttefikleri geliyordu.
Truvaya doğru yola çıkan yüzlerce geminin, deniz filosunun komutanınin ismi de size tanıdık olan ve  1.Dünya savasının başlamasına sebep olan AGAMEMNON zırlısı ile ayni ismi taşiyan AGAMEMNON idi.
3000 Yıl önce gelenler bu defa yine Anadolu direnişi işe karşılaşmışlar yine Anadolu haklı tarafından savunulmuştu.

Buradan sonra H. Oğuz Aydemir tarafından yayınlanan yazıya kısaltılmış bölümlerine bakalım;
Published by H. Oğuz Aydemir


Boscovich,Venüs’ün Güneş’in önünden geçişini izlemenin önemine dikkat çekmiştir, böylece Kraliyet Cemiyeti onu İstanbul’da Haziran 1761’de Venüs’ün Güneş’in önünden geçişini izleme temsilcisi olarak atamıştır.
Seyahati sırasında Boscovich önemli bir arkeolojik araştırma da gerçekleştirmiştir. Arkeolojik sorunlara ilgisi olan Boscovich’in arkeolojiye en önemli katlısı Troya harabelerini inceleme yoluyla olmuştur.
İstanbul’dan gemiye binerek 1761 yılında Önasya sahillerine gelerek Bozcaada’nın karşısında antik Troya harabelerinin bulunduğu yerin biraz açığında demir atmıştır. Boscovich’in araştırma çalışması çok ilgili olduğu klasik edebiyata dayanmaktadır,özellikle Troya harabelerinin Bozcaada’nın karşısında olduğunu yazan Romalı şair Virgil’le çok ilgilidir.
Troya harabelerini de arkeolojik araştırmayı matematik ve astronomik sorunlarla birleştirerek incelemiştir.
matematiksel ve astronomik ögelerin arayışındaydı. Şehrin 
harabelerinin kesin analizi ve ölçümleriyle Boscovich o zaman kadar geçerli olan Yunanlılar tarafından devrilen Troya’nın Önasya kıyısında olduğu iddiasını reddeden sonuçlara ulaştı.Bunun yerine Troya’nın o zamanlar hiçbir şeyin bulunmadığı, tam bir çorak alanın olduğu kara tarafında daha içerilere doğru yer aldığı sonucuna varmıştır. O zamanlarda Antik Troya harabeleri olduğu sanılan kalıntıların, Büyük İskender tarafından inşa edilmeye başlandığını ve daha sonra Romalılar tarafından tamamlandığını düşünmüştür. Boscovich Troya sorunsalı üzerine çalışmasını yazılı hale getirmiştir:
Relazione delle rovine di Troya, esistente in faccia al Tenedo (Troy Harabeleri Raporu), bu sonradan 1784 yılında Bassano’da Travel Diary from Constantinople to Poland adlı eserinde İtalyanca ek olarak basılmıştır. Boscovich’in Günlüğünün Fransızca (1772) ve Almanca (1779) yayınlanan eski basımlarında bu rapor yer almamaktadır. Boscovich’in raporu o zamana kadar Troya harabeleri hakkında yazılmış en kapsamlı rapordur. Boscovich’in gözlemleri yüzyıl sonra antik Troya’yı bulan meşhur Alman arkeolog Heinrich Schlieman (1874) tarafından teyit edilmiştir.
Boscovich ve ünü zamanının çok ilerisindeydi, Aldous Huxley dahi onun dünyadaki en büyük akıllardan biri olduğundan söz ederek, onu Michelangelo Buonarotti, Leonardo da Vinci, George Friedrich Handelve Christopher Wren ile yanyana koymuştur. Boscovich bir bilim insanı ve filozof olarak kabul görmüş bir insandır.
TROYA HARABELERI ÜZERINE;
1761 yılının Eylül ayında bizzat harabereleri incelemeye giden İstanbul’daki Bailo, Ekselansları,Sör Şövalye Pietro Correro’nun misafirinin gözlemlerine dayalı Troya harabeleri raporu

Başkeşiş Roger Joseph Boscovich.
seyahate, yola çıkmak üzereyken harabeleri gözlemleme ve bunlarla ilgili kısa bir rapor yazma fırsatım oluştuğunda İstanbul’dan dönüşüm sırasında başlanılmıştır. Biraz
daha öncesinde yazılmış olmasına rağmen daha kısa ve daha az ilgi çekici olduğundan bunu raporumun
arkasına iliştiriyorum [İstanbul’dan Polonya’ya seyahatim sırasında].
O sıralarda Venedik Bailo’su, bir ya da iki Venedik savaş gemisiyle Bozcaada yakınlarındaki boğaza yaklaşmaktaydı, orada kendisi ve maiyetinin bir bölümü Sultan’ın kendilerini karşılamak üzere gönderdiği iki Türk kalyonuna geçtiler, yelken açarak diğerlerinin ve çok sayıda mürettebatı bulunan bir ticaret gemisinin önünden yol aldılar. Bu nedenle, sözü edilen geçiş nedeniyle, Virgil’in Aeneas’ın meşhur uçuşunda sözü
edilen adanın yakınındaki boğazda üç gün boyunca kaldık. Tam karşıda Asya kıyılarında, denizden başlayarak
birkaç mil içerilere kadar uzanan on yıllık bir kuşatmadan sonra düştüğü için meşhur olan ve bu en büyük
Roma şairinin eserlerine göre tam olarak bu adanın karşısında yer alan: Est in conspectus Tenedos, Notissima

fama Insula- genellikle Troya olarak bilinen büyük harabeler görülebiliyor.
Bu harabelerin antik çağdaki Troya’ya ait olduğunu düşünen seyyahlar ve yazarlar var;
ancak öyle görülüyor ki bunlar sonradan eskisinin yakınlarında inşa edilmiş olan daha yeni [Troya] şehrine ait kalıntılardır. Bu yerleşim ve harabelerin kendisiyle ilgili olarak büyük “Dictionary of M.de la Martinière” eserine başvurarak Troya ile ilgili olarak verilen bilgiler incelenebilir, bu konudagördüklerimizle ilgili raporumdan sonra bir yorumum olacak.
Rehberimizle karaya ayak basarak harabelere doğru yola koyulduk. Bailo burada geçirdiğimiz iki günden birinde bizimle birlikte geldi: bir kaç saat çevremizi inceledik, bazı şeyleri gözlemleyerek bir takım ölçümler yaptık ve Lord Marquis Gio[vanni] Antonio Galezzo Dondi Orologio notlar aldı. Kendisi bize refakat eden grubun bir üyesidir, çok yetenekli bir şövalyedir, bir güzel sanatlar aşığıdır, büyük bir alimdir ve bu ölçümlerin büyük bir bölümünü kendisi bizzat yapmıştır, ayrıca ölçümleri en doğru ölçümlerdir. Kısmen kendisi kısmen de benim tarafımdan saklanan, yerinde kaydedilmiş olan bu kısa hatırlatıcı, imgelemimizde korunan yeni oluşmuş olan izlenimlerimizi canlandırmıştır–takip eden birkaç gün içerisinde o Türk kalyonunda daha kısa bir rapor yazmıştım. Plan ve veduta’nın (şehir resmi) bu anıtların bu işi yapmaya değecek kalıntılarından kesin ölçülerle oluşturulması için, daha fazla zamana, doğru ekipmana ve yetenekli bir sanatçıya gereksinim vardır. Bizimle birlikte olan genç bir adam en önemli anıtlardan birinin taslağını elle çiziverdi, ancak çok belirsizdi ve anıtı tam anlamıyla temsil etmiyordu. Daha küçük ölçümler söz konusu olduğunda 6 m uzunluğunda bir ölçüm aleti kullandık; daha uzun mesafeler adımla ölçüldü – belli bir sayıdaki adımın ölçüm aleti üzerinde uygun sayıdaki adıma eşit olduğu tahmin edildi.
Tamamı çok büyük olan, kilometrelerce uzayıp giden bu alanda her yerde daha önce binalara veya yapılara ait taş parçaları görülebiliyor, bazen yığınlar halinde bazense etrafa dağılmış halde görmek olası. Çok sayıda mermer parçası bulmak da olası, bunlardan bazıları çok iyi işlenmiş ve biz de hiç
kazmaya gerek kalmadan düzenli bir şekli olmayan sarı ve yeşil Afrika granitinden ve kızıl kırmızı granitten bir çok antik parça ve tablet bulduk. Geçmiş çağlar boyunca buraya önceden gelmiş olangezginlerin, buradan geçen insanların bu kalıntıların harika olanlarını örnek olarak almış olduğu izlenimine kapılmamak mümkün değil; biz de aynı şekilde bir çok örnek topladık. Pharos mermerleri her yere dağılmıştı; bunlar farklı sağlamlıkta parçalardı ve ince bir işçilikle çok sayıda çerçeve, sütun başlığı ve friz yapımında kullanılmışlardı.
Bir çok yerde bazıları hala ayakta bazıları da devrilmiş çok sayıdaki sütun görmek mümkündü. Bunların çoğunun çapı 30 cm civarındadır. Bu sütunlardan yüzlerce gördük, kiminin üzeri açık, kimisi de gömülüydü, bazılarıysa çok daha geniş ve hantaldı, nefis bir Doğu granitinden imal edilmişlerdi. Bunlardan bir tanesi tamamiyle sağlam durumdaydı – 8 m uzunlukta ve yaklaşık 1 m kalınlıktaydı, hava koşullarına tamamen açık bir durumda olmasına karşın görkemliydi. Yanında bir tane daha vardı; bizden uzağa giden maiyetten bir asker tarafından bulunmuştu – kendi ayağına göre 15 m uzunluktaydı. Bir yerde çok kaliteli bir granitten geniş bir gömme ayak bulduk; ayna gibiydi, kare bir kaidesi vardı ve hala sağlamdı. Başka bir yerde Pharos mermerinden yapılma muazzam bir yivli sütunun iri parçalarını gördük. Üçüncü bir yerde üç büyük destek veya kare tabanlı anıt gördük, üzerlerinde güzel ve oldukça büyük harfli eski Roma yazıtları vardı. Bunlardan ikisinin üzerindeki yazıtlar tamamen aynıydı – biri tamamen korunmuştu, diğerinde iki satır yok olmuştu, zaman içerisinde silinmişti. Bu anıtlardan üçüncüsünde iki ya da üç satır görünür durumdaydı, kalanlar gömülüydü. Bunları örten toprakları küredik. Harflerin hasar görmediği belliyse de hemen bitişiğindeki ikinci anıtın çok yakın olmasından ve yanımızda su bulunmadığından yıkayamadığımız için yazıyı okuyamadık.
Yazıtın okuyabildiğimiz bölümünde şunlar yazılıydı:
DIVI IVLI FLAMINI
C ANTONIO M F
VOIT RVFO FLAMINI
DIVI AVG COL CLA PRENS
ET COL IVLI PHILIPPENSIS
EORVNDEM PRINCIPI ET
COL IVL EPARIANAE TRIB
MILIT COH XXXII VOLVN
TAR TRIB MIL LEG XIII
GEM PRAEF EQVIT ALAE I
SCVBVLORVM

VIC VII
Bu son iki ve kısa çizgi kesikliydi, üstteki yazıyla karşılaştırıldığında bunlar ortalanmışlardı. Yazıtı
kısmen yok olan anıtta VII değil, VIC VIII yazdığı belliydi ve bu iki anıt arasında görebildiğimiz tek
fark da bundan ibaretti.
Bunun ötesinde çok sayıda karakteristik anıtın kalıntılarının kısmen veya tamamen yok olduğu saptandı,
buna rağmen güzellikleri ortadaydı. Bu anıtlar arasında en önemlisi kare şeklindeki bir binaydı,
binanın sol tarafı ve girişin karşısında bulunan tarafı hala ayaktaydı; sağ tarafının kalıntıları da henüz seçilebiliyordu, bu alanda ve yıkılan ön cephe boyunca çok büyük taş parçalarından oluşan bir yığın da aynı şekilde görülebiliyordu.Merkezdeki kemerin üzerinde kamalı bir korniş ve bazı iyi korunmıuş parçalar hala görülebilmektedir;
bu mermerin üzerinde sözü edilen ve tüm zafer taktlarında görülen ön cephedeki üçgen yükselmektedir, bunun yanında merkezde bulunan kemerin dört köşe sütunlarının üzerinde kemerin kaidesinin altındaki köşede bir zamanlar burada duran korniş veya friz parçasına benzeyen Pharos mermerinden incelikle işlenmiş parçalar görülebilir. Tüm yapı simetrik ölçülerde, zevkli ve zarifçe orantılandırılmıştır, oldukça alışılmamış bir görünüme sahiptir. Büyük ve güzel bir şekilde biçim verilmiş beyaz mermer parçalarından yapılmıştır. Öndeki büyük harabe yığını içerisinde Pharos mermerini anımsatan daha kaliteli bir mermerin irili ufaklı parçaları bulunmaktadır; bunların içerisinde birçok sağlam durumda deniz kabukları bulunmaktadır, bunlar bir şekilde bir araya gelmiş ve taşlaşmıştır, ancak öyle ki kabukların bir çoğu kırılarak ayrıldığında kırık yerinden deniz kabuğunun şeklini izlemiş böylece hasar görmemiş kavisli yüzeyleri korunmuştur.Yapının sol yanında büyük dört köşeli sütunlarla ayrılan dokuz adet kemer görülür.Tüm bunlar dikkate alınarak burada bir zamanlar görkemli bir tapınak, saray veya başka bir yapı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak, bir harabeye dönen şehirden çok az söz eden ve sadece tarif edilen anıtın şehrin kapıları gibi en güzel yanlarının anlatıldığı yazılı kaynaklar kesinlikle hatalıdır. Büyük kemeri çevreleyen tüm bina kesinlikle bunun tersini kanıtlamaktadır ve konumu da bu yorumu desteklemektedir: şehrin girişinde değil, sahil tarafında yer almaktadır, ilk duvarlardan ve kesintisiz bir kalıntı serisinden yaklaşık üç kilometrenin üzerinde bir mesafede uzaktadır, etrafında bir duvardan eser yoktur ve büyük miktarda her türden kalıntı çevresine yayılmıştır.
İkinci eser de aynı derecede muazzam ve bu harika kentin rehberimizin bizi götürdüğü bir zamanlar tiyatro
olan yerin kalıntılarında belli belirsiz sezinlenen müsrifliğinin mutlak bir göstergesi denilebilir. İlk girişinin yakınında bir zamanlar sahnenin önünü destekleyen düz bir tonozun kalıntıları görülebilir. Bu tonozun iki ucu yerinde duruyor;
diğerleri gördüklerini iddia etmiş olsa da, herhangi bir insan kemiği kalıntısı ya da mezara rastlamadık.
Diğerlerinin iddialarının tersine tek bir Yunanca yazıt görmedik; yazıtların hepsi daha yakın dönemlere aittir çünkü Yunanca yazılmış olsa da Latin harfleri kullanılmıştır. Boynuz biçimli
bir süslemenin ucuna benzer şekilde göbek deliğinden yukarıya doğru bir çeşit filizin yükseldiği bir kadını betimleyen güzel Pharos mermerinden yapılmış küçük bir heykelcik bulduk. Kadının göğüs kısmı ve kolları, sıkıca tutunduğu bir yaprağın üzerinde duran yumruklarından biri gibi iyi korunmuş
durumdaydı. Diğer yumruğu yoktu, ancak ilkiyle aynı pozisyonda olması olasıdır, ayrıca başı da vardı.
Bu eseri Venedik’e götürmek üzere aldık, ayrıca yola çıktıktan sonra gemimizi kullanarak öngörülen taşıma başarılı olursa Roma yazıtları korunmuş eserleri de götürme düşüncesi vardı.
Ayrıca dört adet küçük madalya bulundu, üçünün üzerinde Roma harfleri vardı, dördüncünün üzerinde ise Türkçe dışındaki bir Doğu alfabesi vardı.
Ziyaret ettiğimiz ve tümü bir çok güzel bina kalıntısı ve aynı zamanda değerli mermer eserlerle kaplı alan, yaklaşık 10 km’lik bir alana yayılmaktadır ve Türkler buraya “Eschi Stambol” yani Eski Şehir adını vermektedir. Bize çok daha geniş bir alanın tamamen harabelerle kaplı olduğu söylendi. Bize ayrıca yeni Truva’yı Strabon’un açıkladığı gibi Romalıların kurduğu söylendi6, buna daha sonra kısa bir yayında da denk geldim. Yunanlıların yıktığı eski Troya’da bu harabelerin arkasında şimdi Kara Menderes (Scamander) olarak adlandırılan biraz küçük bir nehrin yakınlarında kilometrelerce araştırma yapılması gerekir. Bu yerin neresi olduğunu çıkaramadık, ayrıca birbirine bu kadar yakın iki yerin dış mahalleleri de içeren tek bir geniş kent oluşturup oluşturmadığını anlayamadık. Bildiklerimize veya gezginlerin yazılarına veya coğrafyacılara dayanarak hepimiz bu yıkıntılarla ilgili söylenenlerin eksik olduğunu düşünüyoruz. Bu yerleşimin gerçekten eski Troya olup olmadığı konusunda bir tartışmaya girmek için kesin bir kanı veya sağlam temelleri olan varsayımlar kurabiliriz.Romalıların burada değinmeye değer anıtlar dikmiş olduklarına hiç şüphe yok. Ilk önce yıkılmış eski Troya’yı aynı yerde yeniden inşa etmeye çaba gösterdikleri ve eğer varsa diğer yıkıntıların tek bir şehire ait olamayacak kadar çok uzakta olduğu mantıklı gözüküyor. Bunlar Bergama veya bazı başka eski ya da çağdaş kenti ait olabilirler. Daha önce bahsettiğimiz nehir yatağı Troya’nın iki nehrinden (Xanthosveya Simoeis) birine aittir, diğeri ise şu anda yağmur sularını denize boşaltmaya yarayan karşı taraftaki hendeklerden biridir. Nehirler, özellikle bu ikisinin olduğu gibi küçük olduklarında, yüzyıllar içerisinde güzergahlarını sıklıkla değiştirdiğinden böyle bir durum olasıdır.

Giriş bölümünde M. de la Martinière’in Troya başlıklı girişiyle ilgili sözleri vardı. Bu metinden anlaşıldığı üzere Yunanlıların yakıp yıktığı eski Troya civarında ilk yerleşimin çok yakınına yeni bir yerleşim daha kurulmuştu. Cellario da iki Troya arasında ayrım yapar. Birine “Eski Ilium”, diğerine “Yeni Ilium” der ve yenisini eski Troya’dan 30 stadyum9 uzaklıkta bir mesafeye koyar. Sekiz stadyumun yaklaşık 1,5 kilometreye eşit olduğu tahmin edildiğinde, bu mesafe yaklaşık 6,5 kilometreye denk gelir. Bu Ilium’da Minerva’ya adanmış
bir tapınak vardı. Büyük İskender Granikos Muharebesi’nden sonra buraya kurban sunmaya gitmiş, ayrıca tapınağı süsleyip hediyelere boğarak basit bir köyü kente dönüştürmüş. Aynı yazar söz konusu İskender’in ölümünden sonra Lysimachus’un bahsi geçen kenti geliştirerek kırk stadyumluk ya da sekiz kilometrelik bir
duvarla çevirdiğini ekler. Titus Livy, Strabon, Plinius ve başkaları da bu tapınakla ilgili bilgiler vermiştir.
Martinière yeni Troya’yı inşa etmeye İskender’in başladığını, Lysimachus’un tamamladığını ve sonrasında
bir Roma kolonisi haline geldiğini iddia eder. Ayrıca, Augustus’un bunu gerçekleştirdiği [koloni haline getirdiği] ve Romalıların kenti daha da üne kavuşturduğu bilinmektedir.
Bu nedenle, ziyaret ettiğimiz bu muhteşem harabelerin Martinière’in iddia ettiği gibi eski Troya’nın kalıntıları değil, ancak meşhur seyyah Pietro della Valle’in sonuç çıkardığı gibi İskender tarafından kurulan ve sekiz kilometrelik bir duvarla çeviren Lysimachus tarafından tamamlanan, daha sonra da Romalıların güzelleştirdiği yeni Troya olduğu anlaşılmaktadır.
Martinière harabelere yaklaşıldığında sahil boyunca çok sayıda kırık mermer direkler, duvarların parçası olan temellerin görülebileceğini söyler; yani hiç bir şey sağlam kalmamıştır, daha az hasar gören
kısımlar havayla ve tuzlu rüzgarlarla aşınmış olarak denize yakın bulunmuştur. Biz de aslında sağlam hiç bir şey görmedik, ancak diğerleri arasında daha önce ayrıntılı bir şekilde anlattığım zafer takına benzeyen muhteşem anıt gibi daha az hasar görmüş çok sayıda kalıntı vardı. Martinière sahil boyunca ilerlendiğinde kalıntıları tabanında görünen, büyük bir olasılıkla bir çok sütunu olan, geniş bir duvarın yanında günümüzde gömülü durumda bir liman olduğunu söyler ve limanın yarıçapının yaklaşık 2,4 km olduğunu iddia eder. Burası size anlattığım yer olmalı. Ancak, bu büyük duvarın, bu alanın ve anlattığım herşeyin liman alanından oldukça farklı olduğunu düşünüyorum.
Burada yer alan muhteşem harabeleri birkaç kelimeyle anlatır, bunları detaylı bir şekilde yazmıştım. Bununla ilgili paragrafın çevirisi şöyle: “Kentin en yoğun yaşanan kısmının kıyıdan gözükmeyen denize yaklaşık 3 km uzaklıkta tırmanarak çıktığımız bir tepenin üstüne yakın olduğu görülüyor. Tapınağa ait çok sayıda kalıntı görülüyor, hepsi büyük ve gösterişli bir yapının kalıntıları olan büyük bir duvara ait parçalar var, binanın güzel konumu ve büyüklüğü kentin en önemli sarayı olduğunu ortaya koyuyor. Spon bu konuda Troya’nın etrafında yaşayanların bunun Kral Priam’ın sarayı olduğu iddiasına inanmak istemiyorum çünkü ilk Roma imparatorlarının zamanından daha öncesine ait olduğunu düşünmüyorum diyor. Bu saray tamamen mermerden yapılmış olup, duvarları yaklaşık 3,6 m kalınlıktadır. Birtakım tonozlarla da desteklenen bu kemerlerin ön tarafında üst üste yığılı devasa miktarda mermer parçası bulunmaktadır, bunlar söz konusu sarayın büyüklüğü ve muhteşemliği konusunda sonuç çıkarmamıza olanak sağlar.” Bunun size daha önce bahsettiğim ve ayrıntılı olarak anlattığım yapı olduğu kesin, gerçi tek başına duran bir zafer takını andıran üç kemerin bir tonozu desteklemek için kullanıldığını sanmıyorum.
Troya'da yazılı metinlerin çözümü;
Martinière bu işi hızla çözümlüyor; işte sözlerinin
bir çevirisi: “bu yazıtlar Voltinia kabilesinden Marcus oğlu, Julius ve Augustus Caesar’ın rahibi,
Claudius’un Apri12 kolonisine lider olarak atadığı ve Julius’un Philippi kolonisine Paros’a lider olarak atadığı ve XXXII.nci Gönüllü Kohortu ve subayı (Latincede Tribunus Militum, Fransız ordusundaki Mestre de Camp rütbesine karşılık gelir), Carmina adlı XIII.cü lejyonun kumandanı ve Scubula süvari birliği yüzbaşısı Gaius Antonius Rufus onuruna yapılmıştır. Bu üç yazıtın her birinin son satırının yorumlanması zordur. M. Spon kesin olarak VIC. VII, VIC. VIII, ve VIC olduğuna inanmıştır. IX: Vicus Septimus, Vicus Octavus, ve Vicus Nonus anlamına gelir, yani Yedinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Yol bu heykellerin eskiden durduğu yerdir, Roma’daki yollara özenilmiştir. Romalı kolonisi Troya yani Augustus’un kolonisine Colonia Augusti Troas denmiştir, olasılıkla kendi ilçeleri, (tribi) kavimleri vardı tıpkı Roma şehri gibi.”
Çevirmenin notu: Aprus veya Apros olarak da bilinir, büyük bir olasılıkla şu anda Türkiye’de Kermeyan köyünün bulunduğu yerde Roma’nın Avrupa eyaletinde bir koloni.
Bu yorum onun bu üçü de VIC’yi takip eden rakam hariç, birbirinin tıpatıp aynı olan üç yazıtı incelemesine ve eksik olan boşlukları doldurarak bütünü yorumlama biçimine dayanmaktadır, bunların söz konusu subayın onuruna dikilen heykellerin kaidesi olduğunu tahmin etmektedir ve onları üç farklı yola yerleştirmektedir ancak belirttiğim gibi bunlar aslında heykellerin dayanak veya kaidesinden ziyade basit yazıtlar gibi görünüyorlar. Bu ifade, üç heykel yerine, yanlarında bu çok basit yazıtların durması gerekli olan üç yolun varlığını yadsıyan bir ifade değil. Ancak, bana öyle geliyor ki bu üç çok ağır mermer parçanın tek bir yerde biraraya getirilebilmesi çok zor olmalı. Neden biri bu üç yazıtı şehrin farklı yerlerinden bir yere getirsin? Bu sorun bu yazıtların anlamını sorduğum mükemmel bir edip/bilge tarafından önerilen farklı bir açıklamayı kabul edersek artık sorun olmaktan çıkacak. Bana yazılı olarak verdiği yanıt şu şekildeydi: “Yazıt DIVI IVLI FLAMINI şeklinde başlayamaz. Ya bu bilgi, kimin için geçerli ise, o kişinin adının geçtiği satır yok, veya ikinci bir yazıtta o isim geçiyordu, olasılıkla bu iki yazıt bir bütün oluşturuyordu ve bu şekilde yazılmıştı. Sanıyorum üçüncü yazıt I Magistri14 adlarını içeriyor olabilir çünkü Vicorum bu şekilde anılıyordu, muhtemelen ilk yazıtı Julius’un flamen adına dikmişti ve diğerini de Augustus’un Voltinia kabilesi flamen’i adına dikmişti. Bu nedenle VIC , şehrin bölündüğü şekilde Vicorum, yani Magistri Vicorum VIII olarak çevrilmelidir. Sanıyorum burada daha iyi bir yorum yapılamazdı.” Ancak eminim ki suretini çıkardığım iki yazıtta birindeki iki aşınmış satırdan başka eksik olan bir şey yoktu ki orada tamamen korunmuş olan yazıtta olduğu gibi aynı iki satır bulunacaktı. Bu satırlar sona yakın değildi, ancak hasar görmemiş olanların arasındaydı ve kalan harfler açıkça aynı sözcüklerin o satırlarda yazılmış olduklarını gösterdi. Iyi korunmuş olan yazıtta bu yan tamamen sağlam durumdaydı, eksik veya hasar görmüş bölüm yoktu. Anıtın yazıtın etrafındaki bölümü o kadar iyi korunmuştu ki yazıt DIVI IVLI FLAMINI ile başlıyor olamazdı ve burada bilginin verildiği söylenen söz konusu isim de bu yorumla ters düşüyor çünkü ne bu yazıtta ne de diğerindeki aşınmış satırlarda görülmüyor ve suretini almış olduğumla [birincisiyle] tek bir bütün de oluşturmuyor. Üstüne üstlük üçüncü yazıt da Martinière’in yazıtların okunabildiği bir zamana ait bir rapor yoluyla öğrenmiş olduğu söylenen isimleri içermiyor, bu da şu anlama geliyor, üçü de VIC. VII, VIC. VIII ve VIC. IX’daki farktan ayrı olarak çok benzerdi. Buna bu kadar kafa yorduktan sonra açık bir şekilde gördüğüm VII ve VIII arasındaki aynı fark harabeye dönüşmüş olan şehrin bölünmüş olduğu ilçelere ait numaralar olmadığını kanıtlamaktadır.
Bu alanda en ileri gelen bilim insanlarından birinin araştırmasını devam ettirmektense bu mermer parçaları ile ilgili tutarlı bir yorum sağlamaya kalkışırken karşılaşmış olduğu bu güçlüğü gördükten sonra bu sorunu bu çalışmalarla daha çok ilgilenenlere bırakıyorum; İtalya onlarla dolu. Not etmiş olduğum her şeye dayanarak belki de sorun benim alanımdaki üç cisim probleminden yani, matematiksel olarak açıklanamayan ve birçok tartışmaya konu olan bir olgudan daha az zor olmayacaktır.

Çevirenin notu: Klasik mekanikteki üç cisim probleminden söz ediyor.

Published by H. Oğuz Aydemir

H. Oğuz Aydemir tarafından yayınlandı


Yorumlar