Pagan –Paganizm nedir? İnanç ve İman Sorunsalı


Pagan –Paganizm nedir?
İnanç ve İman Sorunsalı

Aytunç Altındal Kitabından olduğu gibi alıntıdır.
İnanç ve İman Sorunsalı

Tarihçiler onlara kısaca Pagan adını vermişlerdi. 
Kelime anlamıyla 'yerleşik düzen içinde kentler kurarak buralarda yaşamak alışkanlığı edinmiş topluluklar' demektir.
Paganlar söz konusu tapınma (divination) araçlarıyla çevrelerini hem etkileri altına almayı hem de onları da Kentlilik düzeyine çıkartarak yeni oluşmakta olan ve kesinlikle Seküler (Dünyevi) nitelikteki Kent-Etiği ve Yasalan içinde yaşamaya sevk etmişlerdi.

Paganların çevrelerini uygarlaştırıcı ve kentselleştiricilik özelliğini
bir örnekle açıklamak yerinde olur kanısındayım.
Gerçekte Paganlar, günümüzdeki Uygarlık ve Kültürün ilk mimarları
ve tarihsel olarak da kurucuları olarak kabul edilirler. 
İlk kentleşme ve kent kültürünü (Urbanizm) ve mimarisini onlar başlatmışlardır.
İlk toplu konutları, ilk taş yolları, ilk tapınakları, ilk müzeleri, ilk halk kütüphanelerini, ilk hamamları, 
ilk ışıklandırılmış yolları, ilk ticaret merkezlerini ve daha nice ilk'e hep onlar
imza atmışlardır. 
İlk felsefeciler, ilk matematikçiler, ilk mimarlar,savunucular (yasa adamları),
fizikçiler, kimyacılar, hekimler, müzisyenler,
yargıçlar ve hukukçular hep onların arasından yetişmişti
ve tümü de Pagan inançlarına sahip ve bağlı kişilerdi.
Dev amfıteatrlarda sahneledikleri oyunlarla insanlara bilinç
aşılayanlar onlardı. Buluşlar yapan ve günümüzdeki bilimsel gelişmelere
öncülük etmiş olanlar da onlardı. Örneğin, günümüzden 2.400 yıl önce kurulan İskenderiye'de çalışmalarını yürüten
Euclid de, Galen de, Arşimed de Pagandı.

Yakılmadan önceki İskenderiye kütüphanesinde 600.000 kadar
elyazması kitap bulunduğu bugün tarihçiler tarafından belirtiliyor.

Ünlü Kleopatra da Pagandı, Büyük İskender de Pagandı, Sezar da . . . Firavunlar da, Hitit ve Sümer kralları da Pagan geleneğinin
kurucuları ve yayıcılarıydılar.

Sözü uzatmaya gerek yoktur. Bugünkü, özellikle de yere göğe sığdırılamayan şu ünlü Batı Uygarlığı'nın ve Kültürü'nün kurucuları günümüzden yuvarlak hesap 2.500-5.000 yıl önce yaşamış olan Paganlardı ve bu insanlar Tanrılara, Kahramanlara ve Bedensiz-
Varlıklara ( Spirits, göze görünmeyen bedensiz varlıklar ile Cin
ve Peri diye bilinen Demons) İNANIYORLARDI ama bunlara
Monoteist anlayışla İMAN etmemişlerdi.
Paganlar da gerçekte TEİST (Tanrıcı) idiler ama TEK-Tanrıcı değillerdi. 
Aralarında Politeistler (birçok tanrıya aynı anda inananlar), Katenoteistler
(Tanrı seçerek inananlar) hatta Atonist (Tek Tann Güneştir diyenler)
anlamda Tek-Tanrıcılar da vardı. Kısacası kim neyi istiyorsa ona inanabiliyordu ve başkasının tanrısına, kahramanına ve bedensiz varlığına cebir ve şiddet uygulamıyor, toplumsal ipotekler
koymuyordu. Çünkü Paganların yaşamlarına ve kentsel ilişkilere
yön veren tüm yasalar, kurallar ve yönetmelikler SEKÜLER
(Dünyevi) nitelikteydi, insanlar Gözegörünmeyen bir Tanrı'nın
emirleri ve zorlamaları doğrultusunda yaşamak zorunda değillerdi.
Teolojinin (Tanrı-Bilim) en çetrefil ve en eski sorunlarından biri belki de en önemlisi işte bu İNANÇ ve İMAN sorunsalıdır.
Çoğunlukla İnanç ve İmanın eşdeğerli ve/veya özdeş (identique) kavramlar oldukları sanılır ama öyle değildir. Tanrıbilim açısindan bu iki kavram arasında hem dolaysız bir bağ hem de
fark vardır.
Semavi dinlerde İman'dan söz edilmiştir ve insanların sadece Tanrı'ya inanmalarının yetmeyeceği ona aynı zamanda İMAN
edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bu üç dinde ilke şudur: Aklın
durduğu yerde İman başlar. Eğer kişi imanlı ise akla ve aklın kaçınılmaz olarak kişiye hatırlatacağı Kuşku'ya yer yoktur. İnanç'ta Kuşku rol oynar ama konu İman ise Tanrıya kuşkuyla iman edilemez.
İşte bu nedenle Sekülerlik (Dünyevilik) sorunsalını tam olarak
kavrayabilmek için konuya mutlaka İnanç ve İman arasındaki
dolaylı ve dolaysız bağları anlamaya çalışmakla başlamak gerekir.
Paganlar sanıldığı ve yüzyıllardır yerleşik ( established) dinsel kurumların iddia ettikleri gibi hiçbir inancı olmayan kişiler değillerdi.
Tam tersine sağlam, hatta katı denilebilecek İnanç-Sistemlerine sahiptiler. Burada kullandığım İnanç-Sistemi tamlaması
Teolojide kullanılan teknik bir terimdir ve doğrudan doğruya kendi içinde kendi kurallarına göre işleyen, kapalı devre çalışan Spiritual (Ruhani) yapılanmaları işaretlemektedir. Bu sistemlerde,
Tek-Tanrıcılık hariç, güçlü İnanç Donanımlan vardır ama bu objelere ve/veya prensiplere (ilkelere) İman edilmez.

Theistic Innatism diye bilinen bir kural gereği bu tip İnanç-Sistemlerinde her
insanın doğuştan Tanrısal gücün varlığına İNANARAK dünyaya geldiği ön-kabulü vardır. Burada kastedilen ön-kabulleniş İman ile bağlantılı değildir, doğrudan doğruya bebek olarak dünyaya
gelen her insanın -daha gerçeği her canlının- doğuştan varlığını
Sürdürebilme Güdüsüne (Survival Instinct) sahip olması ve bu güdüye
bağlılığı (Hiph'il anlamında) keyfiyetidir. Diğer bir deyişle her insan doğuştan var olan bir güdüyle yaşama bağlanmıştır.
Dolayısıyla da yaşamak bir zorunluluk olarak bebeğe kendisini
dayatır.Yahudilikte ise bu varlığını sürdürebilme keyfiyeti ilk kez
bir İnanç-Sistemi olmaktan çıkarılmış ve doğal bir güdü (instinct),
doğaüstü bir gücün, burada ]AHWEH (İsrael'in Tanrısı) , isteğine
bağlanmıştır. İlginçtir ki, İsraeloğulları kendi Tanrılarının sadece
adını kutsamışlar ve ona İman etmişlerdir. 
Bu nedenle Yahudilikte ve İslamiyet'te Tanrı'nın sadece ona verilmiş olan 
İnsana ait adı ve sanı bilinebilir bunun ötesinde Tanrının/ Allah'ın ne olduğunun
bilinebilmesi mümkün değildir. Şöyle de söyleyebiliriz;
Monoteizm'de Tanrı'ya İMAN etmek kişiye (Mümin) Tanrı'nın ne olduğunu bilmek ve tanımlamak hakkını vermez. Çünkü her
tanım bir anlamda kişiyi bir kalıba hapseder ve anlamsallığı daraltır.
Yahudilerin Kutsal saydıkları Mezmurlar (Psalms) kitabında aynen şöyle söylenmiştir: "Çünkü biz onun kutsal adına İman etmişizdir"
(33:1 3) .Yahudi,Tanrı'nın Kutsanmış adından kendisini
yönetmesini ve yönlendirmesini ister (Ps: 31 :3) . Çünkü yeryüzü
Tanrı'nın malıdır ve her ne varsa, var olan her şey de O'nundur
(Ps: 24).Yahudi için ana rahmine düşüldüğü andan itibaren O'na
ait oluş başlar (Ps: 22: 1O).
Çünkü egemenlik kayıtsız şartsız İsra el' in
Tanrısı Jahweh'e aittir (Ps: 22:28).

Paganlar için DİN yoktu. Diğer bir deyişle Paganlar İnançlı kişilerdi ama Dindar değillerdi. Çünkü İman sahibi değillerdi 
ve buna gereksinim de duymuyorlardı. İnançlı olmak onlar için
yeterliydi. 
Yahudilikte olduğu gibi Tanrı ile, Abraham'ın yaptığı gibi bir Mukavele (Sözleşme) imzalamış değillerdi. Paganlar için gözegörünmeyen varlıklar vardı ama insanlar bunlarla anlaşmalar
veya sözleşmeler imzalayamazlardı. Kısaca Covenant diye tanımlanan
ve Abraham adlı kişiyle Jahweh arasında imzalandığı (sembolik
olarak) öne sürülen böylesi bir anlaşma İnanç ile Kuşku'yu
bir arada yaşayan Paganlar için Akıl-Dışı bir olaydı. İşte bu husus
Din olgusunun anlaşılması için ön koşul durumundadır. Çünkü Monoteizm İRRASYONEL üzerine kuruludur; akla ihtiyacı yoktur. Seküler Paganlar, Tanrıların Rahipler, Kahinler ve
Kabineler (Sybil) aracılığıyla kendilerine iletecekleri ve gündelik
dünyevi olaylarla ilgili bilgileri edinmek için Tanrıları AMAÇ
değil ARAÇ olarak görmekteydiler ve vahiy (Revelation) diye bir DİN kuramını tanımıyorlardı. Paganlar için Sybiller'den gelecek olan ORACLE (bir tür kehanet) önemliyken Monoteizm'de
vahiy belirleyici etkendir. Oracle ile vahiy farkı İnançlı olmak ile
İman sahibi olmak arasındaki bir diğer ayrımdır. Ve bu ayrım da
Yahudiliğin bir İman DİNİ olmasıyla birlikte ortaya çıkmıştır.
Burada İman Dini derken kastedilen, günümüzden yaklaşık 3.000
yıl önce var olan İnanç-Sistemlerinden farklı olarak İmanı esas
alan DİN olarak ortaya çıkmış olmak keyfiyetidir.
Yahudilik ile birlikte İnanç, İman'a dönüştürülmüştür.
Böylelikle,
Tek-Tanrıcı Din insanın sadece doğumu ile ölümü arasındaki
zaman dilimiyle değil Doğum-öncesi'nden Ölüm-sonrası'na
kadar, çok daha uzun bir dönemi yönlendirmeye ve buna kurallar
koymaya başlamıştır. Tek-Tanrılı Dinler insanların geçmiş,
şimdiki hal ve gelecekleri ile ilgili yüzlerce kural getirmişlerdir.
Bunlardan en ilginci Sünnet'tir. Paganlar tarafından bir İnanç olarak uygulanan Sünnet, Tek-Tanrılı Dinlerden Yahudilik ve
İslamiyet'te İman'ın şahidi ya da diğer bir deyişle, kişinin Tanrı/
Allah ile yaptığı İman-Sözleşmesinin bir nişanesi olarak çok temel
bir işlevi üstlenmiştir. Hıristiyanlık ise yine bir Pagan ritüeli olmasına rağmen vajtiz'i Sünnet gibi İman-Sözleşmesi'nin bir
parçası haline getirmiştir.
İnanç ve İman arasındaki başka bir ayrım ise Tek-Tanrıcı Dinlerden
İslamiyet ve Yahudilikte Tanrı'nın Mevcudiyeti (Presence)
ile varoluşu (Existance) arasındaki algılama farklılığında ortaya çıkar. Tanrı'nın Mevcudiyeti ve buna bağlı olarak geliştirilen İnançlar
ayrı, Tanrı'nın varoluşu ve buna bağlı olarak geliştirilen İman
çok farklıdır.
Hıristiyanlıkta ise Mevcudiyet,
Eucarist adıyla anılan bir Kilise icadı olarak doğrudan doğruya bir
İnsan'a, Mesih denilen Nazeretli Joshua'ya4 atfedilmiştir. Buna
göre İsa Mesih adlı kişi Mevcudiyet'i itibarıyla Tanrı'dır (LORD
ve JAHWEH). Eucarist, gerçekte tam bir Pagan ritüelidir ve Paganlarda
ölen kişileri -bazen de canlı kişileri- Tanrı ve/veya YarıTanrılaştırma
(Demiurge) yapma geleneği vardı. Kilise Babaları tamamen siyasi nedenlerle bu Pagan geleneğini alarak Monoteist
olduğu varsayılan Hıristiyanlığa monte etmişlerdi. Diğer bir deyişle,
Tek-Tanrıcı olduğunu vurgulayan Hıristiyanlıkta gerçekte
tamamen Çok-Tanrılı Paganlara ait gelenekler vardır. İnsani Tanrısallaştırma
(Eucarist) ritüeli de bunlardan biridir ve bu bir İman Maddesi (Dogma) yapılmıştır ve Kilise'nin Dogmasına göre de
sadece İnanç aracılığıyla anlaşılamaz.
Pagan İnanç-Sistematiğinin tersine Monoteist İman Dininde
nihai yaratıcı, dolayısıyla en yüksek otorite Gözegörünmeyen (Deus Absconditus) bir Tanrıdır. Her şey ve ne varsa O'nun tarafından yaratılmıştır. Dolayısıyla O'na aittir, O'nun malıdır. Bu nedenle İnsan da Kendine Ait değildir çünkü O'nun tarafından yaratılmıştır ve O'nun malıdır. Paganlarda ise İnsan Kendisinin
Sahibidir. Nedir ki, kendisinin sahibi olan insan esir veya köle düşerse kendisine ait olan mülkiyet belirli bir süre için başka
bir insana geçmektedir ama hiçbir zaman Gözegörünmeyen bir Tanrı'nın mülkiyetine geçmemektedir. Paganlarda Mülkiyet
hakkı Tanrılarda değil insanlardadır. Tek-Tanrıcı Dinlerde ise
her şeyin asli mülkiyeti Tek-Tanrı'dadır, O nasıl istiyorsa her şey ve herkes O'nun isteği doğrultusunda doğmak, yaşamak ve ölmek zorundadır. Mülkiyet-Hakkı insanlarda olunca otorite tesis
etmek ve Yasa, Kural, Yönetmelik koymak hakları da İnsanlarda
olmuştur, Tek-Tanrı'da değil. Eğer Tek-Tanrıya İman etmişseniz
öncelikle işte bu Mülkiyet-Hakkı'nın gerçekte KİME ait olduğunu
çözümlemeniz gerekir. Yahudiler bu sorunu Mülkiyet'in kayıtsız şartsız JAHWEH'de olduğunu öne sürerek çözmek istemişlerdi.
Pagan İnanç-Sistematiğinde, İman-Dini'nde olduğu gibi Mucize
yoktur. Paganlar için İrrasyonel, İman-Dini'nde olduğu gibi bir
rol oynamıyordu. Onlar için Doğa'da Mucize yoktu ama Büyü ve Sihir vardı ve bunlar kullanılarak Doğa'nın sırlarına ulaşabilmek
olasıydı. Bu manipülasyon araçlarını kullanabilmek ya da harekete
geçirebilmek de herkesin harcı değildi, sadece seçilmiş kişiler ve
nesiller boyunca bu sırları taşımış olan aileler bu işlemleri yapabilirlerdi,
herkese ya da Halka Açık bilgiler değillerdi.
Şimdi bir toparlama yapayım: Özellikle Rönesans ve Aydınlanma
çağında büyük keşiflere ve teknik gelişmelere imza atmış
bilim adamlarından çoğunun gerçekte ATEİST oldukları hep
söylenmiştir ama bu KESİNLİKLE doğru değildir. Başta Isaac Newton olmak üzere şu ünlü Charles Darwin de dahil Ateist
olarak yaftalanan bilim adamlarının neredeyse tamamı İnançlı
kişilerdi. Onları Ateist ilan eden ise Yerleşik Kilise'nin liderleri
idi. Bunlar kendi çıkarlarına uymayan, kendi uydurdukları Dogmaları,
dolma niyetine yutmayan herkesi Ateist, Heretik, DinDüşmanı
ve Katli-Vacib olarak göstermişler ve kimisini yakmış
kimisinin de derisini yüzmüşlerdir.
Tek ve Mutlak Doğru'nun kendilerinde olduğunu öne sürerek bunları eleştiren Giordano Bruno gibi bir dahiyi yakmışlar, Enel Hak gibi basit ve son
tahlilde naif olan bir önermeyi ısrarla savundu diye Hallac-ı
Mansur'un derisini yüzdürmüşlerdir. İyi de, İnançlı ama İmansız
kabul edilebilecek olan bu insanlar ile onları ölüme ve idama
gönderen İmanlı kişiler arasındaki temel ayrımlar nelerdi? Şimdi
dört başlık altında bunlara değineyim:
İnançlı kişi bu bir bilim adamı da olabilir, sıradan bir insan
da olabilir; örneğin tüccar veya bezirgan gibi- esas itibarıyla,
DÜŞÜNEBİLDİGİ KADARINA İNANMAK İSTER.
İmanı esas almış olan kişi ise, İMAN ETTİGİNİ DÜŞÜNÜR,
GERİSİNİN İMANINI ZEDELEYECEGİNİ
VARSAYAR.
İnançlı kişi, KUŞKUDAN VE AKILDANYOLA ÇIKARAK
GERÇEGE ULAŞMAYA ÇALIŞIR, DOGMALARA
İTİBAR ETMEZ.
İmanlı kişi ise, İRRASYONELDEN VEYA MUCİZEDEN
YOLA ÇIKARAK BUNLARI DEGİŞMEZ VE
DEGİŞTİRİLMESİ TEKLİF DAHİ EDİLEMEZ TANRI
BUYRUGU SAYILAN DOGMALAR HALİNE
GETİRİR, AKLA VE KUŞKUYA YER TANIMAZ.
İnançlı kişi, örneğin Pagan, İNSANI KAHRAMANLAŞTIRIP
TANRI YAPMIŞTIR. (Bu tip insanlara
THEIOS ANER denirdi ve filozof Empedokles çağının
Theios Aner'i idi; tıpkı ondan sonra yetişen Tyanalı Appolonius
gibi.) İmanlı kişi ise, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, TANRIYI İNSANLAŞTIRIP YERYÜZÜNE
İNDİRMİŞVE BURADA
BİZLER GİBİ ZAVALLI VE CAHİLLERİN ARASINDA
YAŞAMAYA MAHKUM ETMİŞTİR.Yahudiler
ise daha uyanık oldukları için gerçek Tanrı ELOHIM'i
Rabbiler aracılığıyla adını değiştirterek durmaksızın karar
ve fikir değiştiren, kıyım emirleri veren, gaddarlık yapan,
bunalımlı ve çaresizlikten acınacak durumlara düşebilen
İnsan suretindekiJAHWEH haline getirmişlerdir. Hahamlar
tarafından yazılmış olan Talmud'un anlattığı Baş Kahraman
Jahweh ile Tevrat da adı geçen Elohim birbirlerinden
çok farklıdırlar, öyle ki Talmud'a göre, Tanrı Jahweh, çoğunluğu
cahil olan hahamların yazdıkları Talmud'u okur,
ne yasaklar koyduğunu bile bu kitaptan öğrenir.
İnançlı kişi için başta Felsefe olmak üzere Bilim ve Hikmet
(Wisdom=Hokma) en önemli fikir ve düşünce üretim
araçları iken,imanlı kişi için Felsefe, Bilim ve Hikmet hiçbir zaman
Din kadar değer taşımamıştır. Onlar için bağlayıcı ve aslolan
kaynağı ve tarihselliği meçhul, kim ya da kimler
tarafından, ne zaman, nerede ve hangi koşullarda, hangi
amaçlara hizmet etmek amacıyla yazıldıkları bilinmeyen
ama bunlara rağmen eli kılıçlı bir OTORİTE tarafından
(örneğin İmparator Konstantin gibi biri) kutsandığı varsayılan
Kitap(lar) , örneğin Talmud ve Yeni Ahit, TEK DOGRU
KAYNAK KABUL EDİLİR.
Sözün özü: Her İnançlı kişi mutlaka İmanlı olmak zorunda
değildir. Buna geçmek istiyorsa, İMANA SIÇRAMA YAPMASI
gerekir. (İmana sıçrama yapmak teknik bir terimdir. İngilizcesi,
Leap of Faith olarak geçer.) Böyle bir sıçrama yapmadan da İnançlı
olunabilir. Örneğin ikinci bölümde anlatacağım Isaac Newton
böyle bir bilim adamıydı. İnançlıydı ama Katolik Kilisesi'nin
koyduğu Teslis (Trinity) Dogmasını asla kabul etmemiş ve böyle
ZIRVABİR İMAN MADDESİ (Article of Faith) olamaz diyerek
bunu açıkça ve yazılı olarak reddetmişti.

AYTUNÇ ALTINDAL KİTABINDAN BİREBİR ALINTIDIR!

ThinkTank
@Kaburgaadam


Yorumlar