Dünyanın ve Insanın tarih öncesi Kozmik Hafızası nereden geliyor?Lemurya'da aslinda ne oldu? Akaşik kayıtlar.

 Dünyanın ve Insanın tarih öncesi Kozmik Hafızası nereden geliyor?Lemurya'da aslinda ne oldu? insanın gelişmesinin iki aşaması,dünyanın ilk iki kök soyu olarak tanımlanan "Polarean",  Hyperborean mıdır?Ruh ve madde ilişkisi nasıl oldu?


Dünyanın gelişimi gerilere doğru izlendiğinde, gezegenimizin giderek incelmiş maddi koşulları gündeme gelir.
Sonraki dönemlerde katılaşan maddeler daha önce sıvı, bundan önce buharımsı ve dumanı andıran ve hatta bundan da uzak bir
geçmişte en ince (etherik) koşuldaydı.
Isının azalması maddelerin katılaşmasına neden oldu.
Burada, dünyamızın maddenin en ince (etherik) koşuluna geri gideceğiz.
İnsan dünyaya ilk kez, dünyanın gelişiminin bu döneminde ayak bastı.
Bundan önce başka dünyalara aitti.
Bu, bir deyişle, astral plan ya da ruh dünya-
sıydı.
Bu dünyanın varlıkları da, insanlar da dışsal, (fiziksel) bedensel bir varoluş sürdürmüyorlardı.

İnsan imge bilincini zaten geliştirmişti.
Hislere ve arzulara sahipti. Fakat tüm bunlar bir ruh bedenine hapsedilmişti. Sadece durugörü yeteneği olan bir göz, bu tür bir insanı algılayabilirdi.
Aslında, o zamanların daha fazla gelişmiş bütün varlıkları durugörürlüğe sahipti, fakat bunun niteliği oldukça
atıldı ve rüyayı andırıyordu.
Bu, özbilinçli bir durugörürlük değildi.
Bu astral varlıklar bir anlamda insanın atalarıdır.
Bugün “insan” olarak anılan varlık, kendi içinde özbilinçli maneviyatı taşır. Bu maneviyat, yaklaşık olarak "Lemurya" döneminin ortasında astral atadan gelişen varlık ile birleşti.
Bu birleşme zaten önceki denemelerde belirtilmişti.
İnsanın ruhsal ya da astral ataları, ince ya da etherik haldeki dünyaya aktarılmıştı. Diğer bir deyişle, kabaca ifa-de edecek olursak,
incelmiş "maddeyi" !! tıpkı bir sünger gibi
kendi içlerine çekip emmişlerdi.
Kendilerine, bu şekilde nüfuz eden madde sayesinde etherik bedenler geliştirdiler. Bunlar uzun eliptik bir forma sahipti ve bunun içinde,
daha sonra gelişecek olan organlar ile diğer organlar daha şimdiden cevherin latif oluşum larıyla belirginleşmişti.
Bu kütledeki tüm işlemlerin tamamen fiziksel kimyasal olmalarına karşın, bunlar ruh tarafından düzenleniyor ve yönetiliyordu.
Bu tür bir cevher kütlesi belirli bir boyuta ulaştığında iki kütleye ayrılmıştı, ki bunlardan her biri içinden çıktığı "forma benziyordu" ve bunun içinde de tıpkı cevherin asıl
kütlesinde olduğu gibi, aynı işlemler meydana gelmişti.

Her yeni form , en az ana varlık kadar ruh ile donatılmıştı. Bu, dünya sahnesine belirli sayıda insan ruhunun değil, kendi ortak kökünden sayısız tek ruh ortaya çıkarabilecek bir tür ruh ağacının girm esi olgusuna dayanıyordu. Tıpkı bir bitkinin sayısız tohum lardan yeniden fış-
kırmasında olduğu gibi, ruh yaşamı da sürekli bölünmeler sayesinde meydana gelen sayısız filizde ortaya çıkıyordu.
Başlangıcından beri, sınırlı sayıda ruh türleri olduğu doğrudur, fakat bu türler
içindeki gelişme de tanımladığımız gibi meydana gelir.
Her ruh türünden sayısız filiz ortaya çıkar.
Dünyevi m addebliğe girişleriyle birlikte, ruhların kendilerinde de önemli bir değişiklik meydana gelmişti. Ruhlar maddi hiçbir şeyle bağlantılı olmadıkları sürece, hiç bir dış maddi süreç bunlara etki edemezdi. Bunlara etki eden herhangi bir eylem, tamamen ruhun doğasına aitti, durugörür bir nitelikteydi. Böylece, çevrelerinde ruha ilişkin her şeyde yaşamı paylaştılar: O zam anlar var olan her
şey bu şekilde deneyimleniyordu. Taşların, bitkilerin ve hayvanların hareketleri, ki o zam anlar sadece astrai (ruh benzeri) formlarda mevcuttu, içsel ruh deneyimleri olarak hissediliyordu.
Dünyaya giriş ile birlikte, buna tamamen yeni bir şey daha eklenmişti. Dışsal maddi işlemler ruhun üstünde bir etki yaratıyordu, ki bu şimdi maddi bir varlık halinde ortaya çıkıyordu. İlk önce, etherik bedende hareketleri meydana getiren şey, bu maddi nitelikli dış dünyada sadece devinim süreçleriydi.
Tıpkı bugün havanın titreşimini ses olarak algıladığımız gibi, bu etherik varlıklar da kendilerini çevreleyen etherik maddenin titreşim lerini algılıyorlardı.
Bu tür bir varlık genelde tek bir işitme organıydı.
Bu duyu ilk gelişti. Fakat bundan hareketle, ayrı işitme organlarının ancak daha sonra geliştiği görülebilir.
Yeryüzünde maddenin giderek yoğunluğunun artmasıyla birlikte, manevi nitelikteki varlık da giderek bu maddeyi biçim endirme yeteneğini kaybetti.
Sadece, o zamana kadar oluşmuş olan bedenler, kendilerinden hareketle
kendi benzerlerini üretebiliyorlardı. Yeni bir üreme tarzı ortaya çıktı: Evlat, anne varlığa kıyasla oldukça ufak bir formda ortaya çıkıyor ve ancak aşamalı olarak bu sonuncusunun boyutuna ulaşabiliyordu. Bundan önce hiçbir üreme organı yokken, şimdi bunlar da ortaya çıkmıştı.
Buna karşın, bu dönem de, bu formlarda meydana gelen artık sadece fiziksel kimyasal bir süreç değildir.
Bu tür fiziksel kimyasal bir süreç şimdi ürem eyi etkileyemezdi.
Bunun yoğunlaşması nedeniyle, dış madde ruhun buna herhangi bir aracı olmaksızın yaşam verebileceği biçim de
değildi. Dolayısıyla, form içinde belirli bir kısım tecrit edilmiştir. Bu kısım dış m addenin yakın etkilerinden çekilip alınmıştır. Sadece bu tecrit edilmiş kısmın dışındaki beden bu etkilere açık kalır. Beden bütünüyle, daha önce için ­de bulunduğu koşulun aynısındadır. Ayrılan kısım da, ruh unsuru hareket etmeye devam eder. Burada ruh, Teozofi literatüründe, Prima olarak anılan yaşam ilkesinin taşıyıcısı olur, böylece insanın bedensel atasının şimdi iki organ ile
donatılmış olduğu görülür. Bunlardan biri fiziksel beden, yani fiziksel zırhtır.
Bu, çevredeki dünyanın kimyasal ve
fiziksel yasalarına tâbidir. Diğeri ise, özel yaşam ilkesine tâbi olan organların toplamıdır.
Bu şekilde, ruh faaliyetinin bir kısmı özgür bırakılır.
Bu faaliyet bundan böyle bedenin fiziksel kısmı  üzerinde herhangi bir güce sahip değildir. Ruh faaliyetinin bu kısım şimdi içe döner ve bedenin bir kısmını özel organlara dönüştürür. Bununla birlikte bedenin bir içsel yaşamı başlamış olur. Beden sadece dış dünyanın titreşim erine katılmakla kalmayıp, bunları kendi içinde özel deneyimleri olarak algılamaya başlar. Algılamanın başlangıç noktası
işte budur. Bu algılama önce bir tür dokunma duyusu olarak görülür. Organizma dış dünyanın hareketlerini, maddelerin uyguladığı basıncı vs. hisseder. Sıcağın ve soğuğun algılamasının başlangıcı da ortaya çıkar.
Böylece insanlığın gelişmesinde önemli bir aşamaya ulaşılır. Ruhun yakın tesiri fiziksel bedenden çekilmiştir. Fiziksel beden tamamen maddenin fiziksel ve kimyasal dünyasına teslim edilmiştir. Ruh, ona artık kendi faaliyetiyle hükmedemediği anda çözülür. Böylece, “ölüm ” olarak adlandırılan olay meydana gelir. Önceki koşullarla
bağlantılı olarak, ölüm söz konusu olamazdı. Bir bölünme meydana geldiğinde, anne form bütünüyle evlat formlarda varlığını sürdürmüştür. Çünkü bunlarda, aktarılan ruh enerjisi bütünüyle, tıpkı daha önce anne formda olduğu gibi hareket etmiştir.
Bölünmeden geriye, ruh içermeyen
hiçbir şey kalmamıştır. Şimdi bu farklılaşmaktadır.
Ruh fiziksel beden üzerinde hiçbir güce sahip olmadığı anda, bu sonuncusu dış dünyanın kimyasal ve fiziksel yasalarına tâbi olur, yani ölür. Ruhun faaliyeti bağlamında, sadece
üremede ve gelişen içsel yaşamda etkin olan kısım geriye kalır. Bu, aynı soydan gelen kişilerin üreme kuvveti ile
meydana geldikleri ve aynı zamanda bunların fazladan bir organ oluşturma enerjisi ile donatıldıkları anlamına gelir.
Bu fazlalık içinde ruh varlığı sürekli yeniden canlandırmaktadır.

Tıpkı daha önce bölünme sırasında, bütün bedenin ruh faaliyeti ile dolmasında olduğu gibi, şimdi de üreme ve algılama organları bununla dolmuştur. Böylece, yeni gelişen
evlat organizmada ruh yaşamının bir yeniden doğumu ile karşılaşırız. Teozofı literatüründe, insanın gelişmesinin bu iki aşaması,
dünyamızın ilk iki kök-soyu olarak tanımlanır.
İlkine "Polarean", İkincisine de Hyperborean adı verilmiştir.
İnsanın bu atalarının duyusal dünyasının oldukça genel ve belirsiz bir türde olduğu düşünülmelidir. O dönem de, günümüzün algılama çeşitlerinden sadece ikisi ayrılmıştı: İşitme duyusu ile dokunma duyusu. Bedende ve aynı zamanda fiziksel çevrede meydana gelen değişiklikler nedeniyle tüm insan formu, bir deyişle, artık bir “kulak” olmaya yatkın değildi. Bedenin özel bir kısm ı hassas titre-
şimlerle yankılanma yeteneğini sürdürdü. Kademeli olarak bizim işitme organımızı geliştiren maddeyi sağladı. Buna
karşın, yaklaşık olarak bedenin tüm geri kalan kısm ı dokunma organı olmayı sürdürdü.
Bu noktaya kadar, insanın gelişmesine ilişkin bütün sürecin dünyanın ısı koşullarındaki bir değişiklikle bağlantılı olduğu görülebilir. İnsanı tanımladığımız seviyeye getiren, insanın çevresindeki "sıcaklıktı". Fakat şimdi dış sı-
caklık, insan formunun daha da öteye bir gelişiminin artık mümkün olamayacağı bir noktaya ulaşmıştı. Organizma içinde, dünyanın daha fazla
soğumasına karşı şimdi bir
karşı etki başlamaktadır. İnsan kendi ısı kaynağını üretmeye başlar. Bu noktaya kadar, kendi çevresindeki ısıyı paylaşmıştı. Şimdi, kendi yaşamı için gerekli sıcaklık derecesini yaratma olanağını kendisine veren organları gelişmektedir. Daha önce, dolaşım halinde olup da kendi bede ninin içinden geçen cevherler bu bakım dan çevreye bağlı olmuştu. Şimdi ise kendisi bu cevherler için ısıyı gelişirebilirdi. Bedensel sıvılar şimdi sıcak "kan" haline gelmişti.
Bu sayede, bir fiziksel varlık bağlamında, daha önce sahip olduğuna kıyasla çok daha yüksek ölçüde bir bağımsızlığa ulaştı.
İçsel yaşam bütünüyle daha aktif hale geldi. Algılama hâlâ tam amıyla dış dünyanın etkilerine bağlıydı.
Kendi sıcaklığıyla dolduğunda beden bağım sız bir fiziksel içsel yaşam elde etti. Şimdi ruh beden içinde bir temele sahipti ki, bunu esas alarak, dış dünyanın yaşamına sade bir katılımdan ibaret olmayan bir hayatı geliştirebilirdi.
Bu süreç aracılığıyla, ruhun yaşamı dünyevi ve maddi alana çekilmişti. Bundan önce, ruhun arzuları, dilekleri, tutkuları, neşe ve üzüntüsü sadece kendisi de ruh benzeri
olan bir şey tarafından üretilebilirdi. Bir diğer ruh varlığından kaynaklanan şey, ruhta ilgi ya da hoşnutsuzluk uyandırıyor, tutkuları canlandırıyordu. Hiçbir dış fiziksel nesne bu tür bir etkiye sahip olamazdı. Ancak şimdi, bu tür dış nesnelerin ruh için bir anlam taşıması müm kün olmuştu.
Çünkü ruh, beden kendi ısısını ürettiğinde ortaya çıkan içsel yaşamın vurgulanmasını hoş bir şey, bu içsel yaşama zarar verilmesini de tatsız bir şey olarak deneyimlemişti.
Fiziksel rahatlığı desteklemeye uygun bir dış nesne istenebilir, arzu edilebilirdi. Teozofı term inolojisinde "Kama" (Kam ?) olarak
adlandırılan unsur, yani arzular bedeni, dünyevi insanla bağdaştı. Duyuların nesneleri şimdi arzunun nesnelerine dönüşebilirdi. İnsan, bu arzular bedeni aracılığıyla dünyevi varoluşa bağlandı.
Bu olgu, evrende meydana gelen ve nedensel olarak bağlantılı olduğu büyük bir olayla aynı zamana denk dü şer. Bu noktaya dek, Güneş, Dünya ve Ay arasında maddi bir ayrım yoktu. İnsanın üzerindeki tesirleri açısından, bu üçü, bir bedendi. Şimdi ayrılma meydana geldi. Bundan önce ruhun doğrudan canlandırıcı bir tarzda hareket etmesini sağlayan her şeyi içeren en latif cevherlilik kendini Güneş olarak ayırdı; en kaba kısmı Ay olarak ayrılmıştı.
Dünya da kendi cevherliliği itibarıyla bu diğer ikisinin arasında yer aldı. Bu ayrılık kuşkusuz aniden meydana gelmedi, Bütün süreç, insanın bölünmeyle üreme safhasından yukarıda betimlenen algılama yeteneğini olanaklı kılan duruma geldi.

Bu süreçle bağlantılı olarak, yeni bir duyu gelişti. Dünyanın ısı koşulları, bedenlerin, şeffaf olanı ışık geçirmezden ayıran sabit sınırları kademeli olarak üstlenecekleri bir konuma erişti. Dünyevi kütleden çekip çıkarılm ış olan
Güneş, kendi görevini, ışık verme vazifesini üstlendi. İn san bedeninde görme duyusu gelişti. Başlangıçtaki görme duyusu, bugün bunu bildiğim iz anlamda değildi. Işık ve
karanlık insan üzerinde, belli belirsiz duygular bağlamında etki ediyordu. Örneğin, bazı koşullarda ışığı hoş, kendi fiziksel yaşamını geliştirici bir unsur olarak deneyimliyor,
buna yöneliyordu. Aynı zamanda kendi ruh yaşamı hâlâ rüya benzeri imgelerde devam ediyordu. Bu yaşamda, dış nesnelerle doğrudan bağlantısı olmayan renkli im geler bir canlanıyor, bir kayboluyordu. İnsan hâlâ bu renkli im geleri manevi tesirlere yoruyordu. Hoş olan ruh etkileriyle karşılaştığında ışıklı imgeler, hoş olmayan ruh etkileriyle temas ettiğinde ise koyu imgeler kendisine görünüyordu.
Şimdiye kadar, bedensel ısının gelişimi
sayesinde ortaya çıkan şey “içsel yaşam ” olarak tanım lanmıştı.
Fakat bunun, insanlığın sonraki gelişimi bağlam ında bir içsel yaşam olmadığı görülebilir. Her şey, içsel yaşam ın gelişimi
dâhil, aşamalı olarak ilerler. Önceki denemede anlatıldığı gibi, bu gerçek içsel yaşam, sadece maneviyat tarafından döllenmeyle ve insanın kendisine dışarıdan etki eden şey
hakkında düşünmeye koyulmasıyla başlamıştır.
Burada açıklanan her şey, insanın önceki bölümde belirtilnen koşula nasıl ulaştığını gösterir. Aslında, şu husus tanımlandığında, orada belirtilen dönemde zaten dolaşıyoruz demektir: Ruh giderek daha fazla dış bedensel varoluşa başvurmayı öğrenir ki, daha önce bunu kendi içinde deneyimlemiş ve sadece ruh benzeri durum larla ilişkilendirmişlir. Bu şimdi renkli imgelerle meydana gelir. Tıpkı bundan
önce, ruh benzeri bir şeyin hoş bir izlenim i ruhta ışıklı bir imge ile bağdaştırılmasında olduğu gibi, şimdi de dışarıdan
gelen ışığın parlak bir izlenimi, bu tür bir imge ile bağdaştırılmıştır. Ruh kendi çevresindeki nesneleri renkli olarak görmeye başlamıştır. Bu, yeni görme vasıtalarının gelişmesi ile bağlantılıydı. Önceki aşamalarda beden, ışığın ve karanlığın algılanması için, günümüzde artık var olmayan tek bir göze sahipti. (Tek gözlü Kiklop/'Tepegöz efsanesi bu
koşulların hatırlanm asından orlaya çıkmıştır.) ki gözün gelişmesi, ruhun dışarıdan gelen ışık izlenimlerini kendi yaşamıyla daha yakından bağdaştırmaya başlamasıyla gerçekleşmiştir. Buna paralel yer alan ruh benzerinin algılanması yeteneği.
Ruh giderek dış dünyanın aynası haline geldi. Ruhun içinde imge bağlamında tekrarlanır oldu Cinsiyetlere ayrılma bununla adlandirılmiştir. Bir yanda, insan bedeni sadece başka bir anda döllenir hale gelmiş; öte yanda, dış dünya izlenimlerinin ruhta yansıdığı fiziksel “ruh organizmalı "sitemi gelişmişti. Böylece, düşünen  maneviyata girmesi süreci hazırlanmış oldu....(Sanırım yazar burada Homo Sapiens'in tam başlangıç noktasına vurgu yapmiş,sapiens...
ve daha sonra sapiens sapiens haline gelmesi.)

Dünyanın ve Insanın tarih öncesi
Kozmik Hafızası
Rudolf Steiner





Yorumlar