Hormonlar,endokrin sistemi,fiziksel,ether,astral beden.

 Hormonlar,endokrin sistemi,sinir sistemi nasil gelişti.

Insanın 4 yönü nedir?
Saturn,Güneş ve Ayda insan gelişimi ve etkileri?
Astral,eterik,fiziksel beden gelişim aşamaları.
Iddia ediyorum böyle bir yazı okumamışsınızdır!
Hayret verici nitelikte bir yazı.!

insanın üç bedeni;
♤fiziksel,
◇ether 
♧astral beden.
Kendi işlevi açısından en mükemmel
Olanlar;
Fiziksel bedenin en alt seviyede ve dolayısıyla en az mükemmel olduğu kolaylıkla düşünülebilir. Fakat bu hatalı bir düşüncedir.
Astral beden ile ether bedeninin gelecekte daha yüksek bir mükemmellik derecesine ulaşacakları doğrudur, ama şimdi olduğu biçim iyle fiziksel beden, diğerlerinden daha mükemmeldir. İnsan, sırf bu fiziksel bedeni dünyadaki en alt seviyedeki doğa âlemiyle, yani mineraller âlemiyle paylaştığı içindir ki, belirttiğimiz bu hatanın yapılması mümkün
olur. Çünkü insan, daha yüksek düzeydeki bitki dünyasıyla ortak ether bedenine ve hayvan dünyasıyla da ortak astral bedene sahiptir.
(Yerküre ve yer,toprak,tuz,su,madenler metaller,fiziksel bedenle ilgili.
Çünkü hepsi içinde damarlarında,hücrelerinde,kanında,monoatomik formda,kemik yapısı ve iskelet sistemi,beyin fiziksel yapisı vb.)

insanın fiziksel bedeninin, geniş mineraller
âleminde mevcut olan aynı cevherler ile güçlerden oluştuğu doğrudur.
(ThinkTank notları;
Yani aslında fiziksel beden bir mühendislik,mimarlık becerisi.
(Underworld,Alt dünya bir mimari,muhendislik çalişması)
Westworld'ü seyredenler kafalarında daha iyi canlandıracaktır.
Underworld ve upper world!
Su an orta dunyada sana olanlara tanık oluyorsun,ya da öğreniyorsun!)

Astral beden, hoşnutluk ve hoşlanmama,
tutkular, güdüler ve isteklerin vs. bir taşıyıcısıdır. Fakat bu astral bedene saldıran her şey, fiziksel bedenin bilgece düzenine de saldırmış oluyor...


İnsanın tükettiği uyarıcıların büyük
bir kısm ı kalp için zehir oluşturur. Bundan da, kalbin fiziksel yapısının meydana getirdiği faaliyetin, astral bedenin faaliyetinden daha bilgece bir tarzda işlediği görülür.
Hatta astral bedenin bilgeliğe karşı çıktığı bile söylenebilir.
Gelecekte astral bedenin daha yüksek bir bilgeliğe ulaşacağı doğrudur. !

Fakat şimdi,şu an bu beden, fiziksel beden kadar mükemmel değildir. Ether bedeni içinde, aynı zamanda, anbe an hata ve yanılmadan geçerek, el yordamıyla bilgeliğe
doğru mücadele etmesi gereken “Ben” için de, buna benzer bir şeyin doğru olduğu gösterilebilir.

İnsanın kısımlarının mükemmellik seviyeleri karşılaştırıldığında, insan kolaylıkla şimdiki haliyle fiziksel bedenin en mükemmel, ether bedeninin daha az mükemmel,
astral bedenin bundan daha az mükemmel olduğunu ve şimdiki haliyle de “Ben”in insanın en az mükemmel kısmı olduğunu kolaylıkla keşfedecektir. Bu, insanın yaşadığı
gezegensel gelişim süreci içinde en çok insanın fiziksel bedeni üstünde çalışılmış olduğu olgusuna dayanır. İnsanın
bugün fiziksel beden olarak taşıdığı şey, Satürn, Güneş, Ay ve Dünya’nın tüm gelişimsel aşamalarından geçerek, bugünkü Dünya safhasına ulaşmıştır. Gezegensel cisimlerin
butün kuvvetleri art arda bu beden üstünde çalışmıştır, öyle ki kademeli olarak günümüzün mükemmellik derecesine ulaşılabilmiştir. Dolayısıyla, fiziksel beden günümüz
insanının en eski kısmıdır.

Bugün insanda ortaya çıktığı haliyle ether bedeni, Satürn dönemi sırasında kesinlikle
mevcut değildi. Bu ancak, Güneş gelişimi sırasında eklenmişti. Dolayısıyla dört
gezegensel cismin güçleri, tıpkı fiziksel bedende olduğu gibi, bunun üzerinde sadece üçünün güçleri, yani Güneş’in, Ay’ın ve Dü nyanın güçleri bunu gerçekleştirmişlerdi. Dolayısıyla bu, halen fiziksel bedenin kendi işlevleri açısından mükemmel olduğu derecedeki bir mükemmelliğe ancak gelişimin gelecekteki bir döneminde erişebilir.
Astral beden, fiziksel beden ile ether bedenine ancak Ay dönem inde katıldı. “Ben” ise bunu ancak Dünya döneminde gerçekleştirdi.

İnsanın fiziksel bedeninin gelişiminin belirli bir aşamasına Satürn’de ulaştığı ve bu gelişmenin Güneş’te ileriye taşındığı ve o dönemden başlayarak da fiziksel bedenin bir
ether bedeninin taşıyıcısı haline gelebildiği unutulmamalıdır. Satürn’de bu fiziksel beden, son derece karmaşık bir mekanizma olduğu bir noktaya ulaşmıştı. Fakat bu, kendi
içinde yaşama dair hiçbir şeyi içermiyordu. Bunun yapısının karmaşıklığı nihayet bunun çözünmesine neden oldu.
Çünkü bu karm aşıklık öyle bir dereceye
ulaşmıştı ki, fiziksel beden artık kendini sadece kendine etki eden mineral
güçler sayesinde besleyemez hale gelmişti. İşte insan bedenlerinin bu çöküşü, Satürn’ün yok olmasına yol açtı.
Satürn, günümüzün doğal âlemlerinden
mineraller âlemine, bitkiler âlemine ve hayvanlar âlemine sahip olmayıp, sadece insanlar âlemine sahipti. Günümüzde hay-
van, bitki ve mineral olarak bilinenler, Satürn’de henüz mevcut değildi. !!!
Bu gökcisminde günümüzün dört doğal
âleminden, sadece, kendi fiziksel bedeni içindeki insan mevcuttu ve aslında bu fiziksel beden de bir tür karmaşık mineralden ibaretti. Diğer âlemlerin ortaya çıkması ise,
bütün varlıkların art arda gelen gökcisimleri üzerinde tam bir gelişmeye ulaşamamalarına dayanıyordu.
Dolayısıyla, Satürn’de gelişmiş insan bedenlerinin sadece bir kısım Satürn hedefine tam olarak ulaşmıştı. Bu hedefe ulaşan insan
bedenleri, Güneş döneminde kendi eski form larında sanki yeni bir varoluşa uyanmışlardı ve bu forma ether bedeni nüfuz etmişti.
Bunlar böylece gelişip daha yüksek bir
mükemmellik seviyesine eriştiler. Bunlar bir tür bitki-insan oldular. Satürn’deki gelişmenin tam hedefine ulaşamayan insan bedenleri ise, Güneş döneminde, bundan önce tamamlam- adıklarına devam etmek zorundaydılar. Fakat
bunu, Satürn’de bu gelişme için mevcut olana kıyasla daha güç koşullarda yapmalıydılar. Bunlar böylece, Satürn’de tam hedefe ulaşanların gerisinde kalmışlardı. Sonuçta, Gü-
neş’te, insanlar âlemine ek olarak yeni bir doğal âlem daha ortaya çıktı.

Günüm üzün insan bedeninde yer alan tüm organların zaten Satürn’de gelişmeye başladığını düşünmek hatalı olurdu.!
Bu, doğru değildir. Daha çok insan bedenindeki
duyusal organların kökeni, bu eski zamana dayanır. Gözün, kulağın vs. ilk ilkel örnekleri, bu denli erken bir dönem ­de var olmuştu. Bu ilkel örnekler Satürn’de, şimdi “cansız
kristallerin” dünyada oluştuğuna benzer bir biçim de oluşmuştu. Bugünkü organlara denk düşen o zamanki organlar, şimdiki formların, birbirini izleyen gezegensel dönemlerin her birinde daha ileri düzeydeki bir mükemmelliğe
erişecek şekilde defalarca kendilerini dönüştürmek suretiyle edinmişlerdi.
Satürn’de bunlar fiziksel araçlardan başka bir şey değildi. Güneş’te ise bunlar dönüşmüştü. Çünkü bir ether ya da yaşam bedeni bunlara nüfuz etmişti. Böylece, bunlar yaşam sürecine dâhil edilmişti. Bunlar canlı fiziksel araçlar haline geldiler. Bunlara, insanın fiziksel bedeninin, ancak bir ether bedeninin etkisi altında gelişebilen kısımları, yani büyüme, beslenme ve üreme organları
eklenmişti. Kuşkusuz, bu organların Güneş’te gelişen ilk ilkel örnekleri, yine, mükemmellik açısından, bugün sahip oldukları formları andırmazlardı.

İnsan bedeninin o dönem de fiziksel bedenin ve ether bedeninin etkileşimi aracılığıyla elde ettiği en üst seviyedeki organlar, bugün salgıbezi olarak gelişenlerdir.
(Think Tank note:Hormon sistemi,endokrin sistemi üzerine yaptığım dikkat bu nedenledir,Fiziksel beden ve ether bedenin etkileşimi!!!)

Insanın Güneş’teki fiziksel bedeni böyle bir salgıbezi sistem idir ki, buna denk gelen gelişme düzeyinin duyu organları, bu sisteme nakşedilmiştir.
Bu gelişme Ay’da devam etti. Fiziksel beden ile ether bedenine astral beden de eklendi. Böylece sinir sisteminin
ilk ilkel örneği salgıbezlerinden oluşmuş duyular, bedenine dâhil edildi. İnsanın fiziksel bedeninin birbirini izleyen gezegensel gelişme dönmelerinde giderek daha karmaşık
hale geldiği görülebilir. Ay’da bu, sinirler, salgıbezleri ve duyulardan oluşur. Duyuların arka planında iki yönlü bir dönüşüm ve mükem melleşme süreci yer alır. Oysa sinirler,
gelişmelerinin ilk evresindedirler. Ay insanına bir bütün olarak bakıldığında, üç kısımdan oluşur:
Fiziksel beden, ether bedeni ve astral beden. Fiziksel beden de üç bölümlüdür: Bu bölünme ise Satürn, Güneş ve Ay güçlerinin çalışmasının bir sonucudur. Ether bedeni sadece iki bölüm ­
lüdür; kendi içinde sadece Güneş’in ve Ay’ın çalışmasının etkisine sahiptir. Astral beden ise sadece tek bölümlüdür.
Bunun üzerinde sadece Ay güçleri çalışmışlardır.
Ay’da astral bedenin özüm senm esi aracılığıyla, insan bir duygular yaşamına, belirli bir içselliğe yatkın hale geldi. Kendi astral bedeni içinde, kendi çevresinde meydana
gelen şeylere ilişkin imgeler oluşturabiliyordu. Bu imgeler bir bakıma günümüz insan bilincinin rüya imgeleriyle karşılaştırılacaktır.!!
Fakat bunlar daha canlı ve renklidir ve en
önemlisi, dış dünyadaki olaylara ilişkindir, oysa günümüzün rüya imgeleri, günlük yaşamın sadece yankıları ya da içsel veya dışsal olayların berrak olmayan yansımalarıdır.
Ay bilincinin imgeleri ise, tamamen, dışsal olarak ilişkili oldukları şeye karşılık geliyordu.
Örneğin, bu şekilde tammlanmış, fiziksel beden, ether beden ve astral bedenden
oluşan bir Ay insanının, bir diğer Ay varlığına yaklaştığını varsayın. Bu varlığı uzamsal bir nesne bağlamında algılayamayacağı doğrudur, çünkü bu ancak insanın dünya
bilincinde mümkün olmuştur. Fakat Ay insanının astral bedeninde ortaya çıkacak bir imge, kendi rengi ve biçimiyle, diğer varlığın bu Ay insanına karşı iyi ya da kötü niyetli olduğunu, kendisi için yararlı mı yoksa zararlı mı olacağını oldukça doğru olarak ifade edecekti.
Sonuçta, Ay insanı kendi davranışını tamamen, kendi imge bilincinde ortaya çıkan imgeler uyarınca düzenleyebilirdi. Bu imgeler kendisi için tam bir yön bulma aracıydı. Astral bedenin alt düzeydeki doğa âlemleriyle ilişkiye girmek için gereksindiği fiziksel araç ise, fiziksel bedene entegre edilen sinir sistemiydi.

Burada açıklanan insanın dönüşüm ünün, Ay döneminde meydana gelebilm esi için, büyük bir evrensel olayın desteğine gerek duyuluyordu. Astral bedenin ve bir
sinir sisteminin ilgili gelişm esinin fiziksel bedene entegre edilmesi, ancak, bundan önce tek bir cisim olan Güneş’in,
Güneş ve Ay halinde ikiye bölünm esi sayesinde mümkün olmuştu. İlki sabit bir yıldız düzeyine ilerlemişti, öteki de bir gezegen olarak kalmıştı. Güneş de bu süreçten vaktiy-
le geçmişti. Ay, kendisinden koptuğu Güneş’in çevresinde dönmeye başlamıştı. Bu olay aracılığıyla, Güneş’te ve Ay’da
yaşayan her şey içinde önemli bir dönüşüm ortaya çıktı.
Burada bu dönüşüm sürecini sadece Ay yaşamını ilgilendirdiği ölçüde izleyeceğiz. Fiziksel beden ile astral bedenden oluşan insan, Güneş’ten koptuğunda Ay ile birleşmiş
bir halde kalmıştı. İnsan böylece tamamen yeni varoluş koşullarına girdi...

Çünkü Ay, Güneş’in içerdiği güçlerin sadece bir kısm ını kendisiyle birlikle götürdü ve bu kısım da insanı, üzerinde yer aldığı gökselcismin tesiri altına kaldı.
Güneş, güçlerin diğer kısmını kendi içinde tutmuştu. Bu sonuncu kısım şimdi dışarıdan Ay’a ve dolayısıyla burada
yaşayan insana gönderiliyordu. Bundan önceki ilişki varlığını sürdürdüğü takdirde, G üneş’in tüm güçleri insana kendi faaliyet sahnesinden ulaşmaya devam etmiş olsaydı,
astral bedenin imgelerinin uyanmasında kendini gösteren o içsel yaşam gelişemeyecekti.
Güneş gücü, dışarıdan olmak üzere, fiziksel beden ve ether bedeni üzerindeki faaliyetine
devam etti; zaten her ikisini bundan önce de etkilemişti.
Fakat bu iki bedenin bir kısmını, bir ayrılma ile yeni yaratılan gök cismi Ay’dan kaynaklanan tesirler için özgür bıraktı.
Dolayısıyla Ay’da insan iki yönlü bir tesir altındaydı;!! bunlar, Güneş’in ve Ay’ın tesiriydi. Fiziksel beden ile ether bedeninden hareketle, astral bedenin aşılanmasına olanak tanıyan iki kısmın gelişmesi, Ay’ın tesirine dayanır.
Bir astral beden, ancak, Güneş’in güçleri ona kendi gezegeninde değil de dışarıdan ulaştığında imgeler yaratabilir.
Ay tesirleri duyusal algılamanın ilkel örneklerini ve salgı bezlerinin oluşturduğu organları öylesine dönüştürm üştü ki, bunlara bir sinir sistemi entegre edilebilirdi. Güneş’in
tesirlerinin sayesinde de, sinir sisteminin araç olduğu imgeler, yukarıda betimlenen tarzda dışta gerçekleşen Ay olaylarına denk geldi.
Gelişme bu şekilde ancak belirli bir noktaya kadar ilerleyebilirdi. Bu nokta aşıldığı takdirde, Ay insanı, imgelerden oluşan kendi içsel yaşamında kalılaşacaktı ve böylece
Güneş’le olan tüm bağlantıyı kaybedecekti. Zamanı geldiğinde, Güneş yine Ay’ı özümsedi ve böylece yine belirli bir süre için her ikisi de tek bir cisim oluşturdular. Bu birleş-
me, insanın oldukça ileri bir aşamada olduğu döneme dek sürdü, öyle ki, insanın Ay’da meydana gelmesi söz konusu olabilecek katılaşması, yeni bir gelişme aşamasıyla önle-
nebilirdi. Bu meydana geldiğinde, yeni bir ayrılma ortaya çıktı; fakat bu kez Ay, Güneş’in güçlerini yanına aldı, ki daha önce bunları birlikte götürmemişti. Bu sayede, bir
süre sonra bir ayrılma daha meydana geldi.
Güneş’ten son ayrılan, artık Dünya’da ve Ay’da yaşayan tüm güçleri ve varlıkları içeren bir gökcismiydi. Böylece Dünya, hâlâ kendi içinde, artık çevresinde dönen Ay’ı barındırıyordu. Ay,
Dünya’nın içinde kaldığı takdirde, hiçbir zaman, günümüzünki dâhil, hiçbir insan gelişimine sahne olamazdı. Bugünkü Ay’ın güçleri, önce dışarıya atılmalı ve insan böylece arınmış dünya sahnesinde kalm alı ve kendi gelişm esine burada devam etmeliydi. Bu şekilde, eski Güneş’ten üç gök cismi çıkıp gelişmiş oldu.
Bu cisimlerden ikisinin, yeni Güneş ile yeni Ay’ın güçleri dışarıdan Dünya ya ve dolayısıyla burada yaşayanlara gönderildi.
Gökcisim lerinin gelişm esindeki bu ilerleme sayesinde, üç bölümlü insan doğasına, tıpkı hâlâ Ay’da olduğu gibi, dördüncü bölümün, yani “Ben ”in kendini entegre etmesi mümkün oldu. Bu entegre oluş; fiziksel bedenin, ether bedeninin ve astral bedenin mükemmelleştirilmesi ile bağlantılıydı. Fiziksel bedenin mükemmelleştirilmesi, kalp
sisteminin, kanın sıcaklığının hazırlayıcısı bağlamında buna dâhil edilmesinden oluşuyordu. Kuşkusuz, şimdi duyusal sistem , salgı bezleri sistemi ve sinir sisteminin, insan organizmasında bunlara yeni eklenmiş sıcak kan sistemiyle uyumlu olacak biçim de dönüşm esi gerekiyordu. Duyu organları, dıştaki nesnelerin algılanm asını olanaklı kılan ‘nesne bilinci’nin eski Ay’ın imge bilicinden ortaya çıkmasını sağlayacak şekilde dönüşm üştü. Aslında, günümüz insanı bu ‘nesne biincini sabah kalkıp da akşam uyuyana dek korumaktadır. Eski Ay’da duyular henüz dışa açılmış değildi; bilinç içten hareketle ortaya çıkıyordu.
İşte, duyuların bu dışa açılımı Dünya gelişiminde elde edilmiştir.
Yukarıda, Satürn’de oluşmuş tüm insan bedenlerinin kendileri için orada saptanmış hedefe ulaşam adıkları ve
Güneş’te de, insanın o dönem e özgü form unun yanı sıra, ikinci bir doğa âleminin geliştiği belirtilmişti. Birbirini izleyen gelişme aşamalarının her birinde, Güneş’te, Ay’da
ve Dünya’da, her zaman hedeflerine ulaşamamış varlıkların bulunduğu ve bundan dolayı da alt seviyedeki doğa âlemlerinin ortaya çıktığı bilinmelidir.
İnsana en yakın olan hayvanlar âlemi zaten daha Satürn’de geride kalmıştı.
Ne var ki, kısmen, Güneş’teki ve Ay’daki elverişsiz koşullar altında bu gelişmeyi sağladı ve böylece, dünyada insan kadar gelişmiş olmamasına karşın, tıpkı insanın yaptığı
gibi, kısmen sıcak kan sistemini edinme kapasitesine sahip oldu.
Çünkü sıcak kan sistemi, dünya döneminden önce doğal dünyaların hiçbirinde mevcut değildi.
Günüm üzde soğuk kanlı (ya da değişken bir şekilde sıcak kanlı olan)
hayvanlar ve bazı bitkiler, Güneş’le alt aleme ait bazı varlıklar bu âlemin diğer varlıklarının ulaştığı aşamaya bir kez daha ulaşamadıkları için var olmuşlardır. Günümüzün mineraller âlemi ise, aslında sadece son dönem de, yani Dünya döneminde var oldu.

Dünya’nın dört yönlü insanı, Güneş’ten ve Ay’dan, bu gökcisimleriyle bağlantılı kalan güçlerin tesirlerini alır.
Güneş’ten bu güçler kendisine, ilerlem e, büyüme ve oluşma süreçlerini ulaştırır. Ay’dan ise katılaştırıcı, biçim verici güçler ulaşır. İnsan sadece Güneş’in tesiri altında kaldığı takdirde, ölçüsüzce hızlı bir büyüme süreci içinde çözülürdü.
Bu nedenle, uygun bir zamandan sonra G üneş’i terketmek ve ayrılıp kopmuş olan eski Ay’da, aşırı hızlı gelişimini geciktirmek zorundaydı. Fakat eğer bundan sonra sü-
rekli Ay’la bağlantılı kalsaydı, büyümesinin bu şekilde geciktirilmesi kendisini katı bir form halinde sertleştirecekti.
Dolayısıyla, insan, bu iki tesirin birbirini uygun bir şekilde dengelediği Dünya gelişim ine geçti. Bu sırada, daha yüce bir şeyin, [kitap boyunca,  ‘ruh’ diye çevirdiğimiz] ‘can’ın içsel bir varlık halinde dört katmanlı beşer varlığına entegre edildiği noktaya da gelinmişti.
Fiziksel beden, formu, etkinlikleri ve hareketleri açısından, ether bedeninden, astral bedenden ve “Ben”den oluşan diğer kısım larda olup bitenlerin bir ifadesi ve sonucudur. Bu noktada sonlandırdığımız “Akaşa Kayıtları” betimlemelerinde, gelişme sürecindeki insan varlığının bu diğer kısımlarının, kademeli olarak fiziksel bedenin oluşumuna nasıl müdahale ettiği ortaya çıkmıştır:
Satürn gelişmesi sırasında bu diğer kısım lardan hiçbiri henüz insanın fiziksel bedeni ile bağlantılı değildi. Fakat insan bedeninin
gelişiminin başlangıcı, bu dönem de gerçekleşmişti. Buna karşın, daha sonra ether bedeni, astral beden ve “Ben”den
kaynaklanıp da fiziksel bedeni tesiri altına alan güçlerin, Satürn döneminde onu tesiri altına almamış olduğu düşünülmemelidir. Daha o dönem de fiziksel bedeni tesir altına alıyorlardı, fakat bu, içeriden değil de bir bakıma dışarıdan gerçekleşiyordu. Diğer kısımlar henüz oluşm amış, insanın fiziksel bedeni ile bireysel varlıklar bağlamında henüz birleşmemişti; fakat daha sonra bunlarda birleşen güçler, sanki bu Satürn’ün çevresinden (atm osferinden) kaynaklanıyor gibi hareket ettiler ve bu bedenin ilk başlangıcını oluşturdular. Bu başlangıç daha sonra Güneş’te dönüştürülm üştü, çünkü bu güçlerin bir kısmı şimdi insanın
aynı ether bedenini oluşturuyordu ve fiziksel bedeni artık sadece dışarıdan değil, içeriden de etki ediyordu. Aynı şey Ay’da da astral beden açısından gerçekleşti. Dünya’da fiziksel beden dördüncü kez dönüştürülmüş ve “Ben”e kucak açmıştı. İşte, şimdi “Ben”, o bedenin içinde etkin haldedir.
Manevi bilim insanı için, fiziksel bedenin, kendi formunda ve kendi hareket tarzında sabit bir şey, sürekli bir şey olmadığı görülebilir. Fiziksel beden, sürekli bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu tür bir dönüşüm , bedenin
gelişmesinde günümüz dünya döneminde de meydana gelmektedir. Okur, insan yaşamını ancak, bu dönüşüme ilişkin bir telakki oluşturabileceği konum da olduğu takdirde
anlayabilir.!! 

Manevi bilimlerin bakış açısından insan organlarının ele alınması, bunların son derece farklı gelişme aşamalarında olduğunu gösterir. İnsan bedeninde bu organlardan bazıları şimdiki formlarında aşağıya doğru, diğerleri ise yukarıya doğru bir gelişme aşamasındadır. Gelecekle bunla-
rın ilki giderek insan için önemini yitirccek ki kendi işlevlerinin yeşerdiği dönemi geride bırakmışlardır. Bunlar körelecek ve nihayet insan bedeninden çekilip yok olacaktır.

Diğer organlar ise yukarıya doğru bir gelişme aşamasındadırlar; şimdi sadece bir tohum düzeyinde bulunan pek çok şeyi barındırırlar.
Gelecekte, daha üstün bir işlev
ile birlikte daha mükemmel formlar halinde gelişeceklerdir. Söz konusu ilk organlar arasında örneğin, benzer varlıkların meydana getirilmesine yönelik
üreme organları sayılabilir. Gelecekte bunların işlevi diğer organlara geçecek ve kendileri önemini yitirecektir. İnsan bedeninde körelmiş bir halde m evcut olacakları bir dönem gelecek ve böylece bunlar sadece insanın önceki gelişiminin kanıtları bağlamında görüleceklerdi.
Diğer organlar, örneğin kalp ve bunun civarındaki oluşumlar, bir bakıma kendi gelişim lerinin başındadır. Şimdi bunlarda tohumsal düzeyde yer alan şeyler ancak gelecekte tam olgunluğa ulaşacaktır. Çünkü manevi bilimlerin telakkilerine göre, kalp ve bunun kan dolaşım ıyla olan ilişkisi, bu bağlamda tamamen mekanik-maddeci telakkilere bağlı olan çağdaş fizyolojiye kıyasla oldukça farklı görülür.
Bu sayede, manevi bilimler, çağdaş bilim tarafından iyi bilinen, fakat sahip olduğu olanaklarla tatmin edici bir açıklama getiremediği olguları aydınlatmayı başarır. Anatomi, yapısal açıdan, insan bedeninin kaslarının iki tür olduğunu gösterir. Bunlar, en ufak kısım ları yum uşak şeritlerden ve
düzenli çapraz çizgilerden oluşan kaslardır. Artık yumuşak kaslar genelde, kendi hareketlerinde insan iradesinden
bağımsızdır. Örneğin, bağırsak yumuşak kası, düzenli hareketle besin posasını boylu boyunca iter, ki insan iradesi bunun üzerinde hiçbir etkiye sahip değildir. Göz irisinde bulunan kaslar da yine yumuşaktır. Bu kaslar, az ışığa maruz kaldığında gözbebeğinin büyüm esine ve göze gelen ışığın çok olması durum unda gözbebeğinin büzülmesine yol açan hareketleri meydana getirir. Bu hareketler de yine insan iradesinden bağımsızdır. Öte yandan, hareketlerin insan iradesinin etkisi altında yapılmasını sağlayan kaslar çizgilidir, örneğin kol ve bacakları hareket ettiren kaslar.
Sonuçta bir kas olan kalp, bu genel durum da bir istisna oluşturur. İnsan gelişiminin şimdiki döneminde, kalp kendi hareketlerinde bir iradeye tâbi değildir, fakat bu “çapraz
çizgili” bir kastır. Manevi Bilim ler, bunun nedenini açıklar.
(ThinkTank not;ALS,MS gibi motor nörön hastalıkları özellikle düz çizgili kasları tutar bildiginiz gibi,nörön iletişiminde bir protein hatası,hücrelerin ölümü gibi).

Kalp sonsuza kadar şimdi olduğu gibi kalm ayacaktır. Gelecekte oldukça farklı bir biçime ve değişik bir işleve sahip olacaktır.
Kalp, istemli bir kas olma yolundadır. Gelecekte, insanın içsel ruh tepkilerinin sonucu olacak hareketleri gerçekleştirecektir.
Gelecekte kalbin hareketleri, günümüzde elin kaldırılmasında ya da ayağın ilerletilmesinde olduğu kadar, insan iradesinin bir ifadesi haline geleceğinden, kalbin ne gibi bir öneme sahip olacağı ortadadır.
Kalbe ilişkin bu telakki, Manevi Bilim lerin, kalbin kan dolaşımıyla olan ilişkisine nasıl kapsamlı bir içgörüyle vâkıf olduğunu gösterir. Yaşama dair mekanik-maddeci
doktrin, kalpte, kanı bedende düzenli bir biçim de taşıyan bir tür pompalama mekanizması görür. Burada kalp, kanın hareketinin nedenidir. Manevi Bilimlerin içgörüsü ise oldukça farklı bir şeyi gösterir. Bu içgörüye göre, kanın nabız gibi atması, tüm içsel devingenliği, süreçlerinin bir
ifadesi ve sonucudur.
Ruh, kanın hareketinin nedenidir. !!
Korkudan dolayı yüzün solması, utanç duygularının etkisi altında kızarmak, ruh süreçlerinin kandaki kaba etkisidir.
Fakat kanda meydana gelen her şey, sadece ruhun yaşamında neler olduğunun bir göstergesidir. Oysa kanın nabız gibi atması ile ruhun tepkileri arasındaki bağlantı, derin ve gizemlidir. 
Kalbin hareketleri, kanın nabız gibi atmasının nedeni değil de, bir sonucudur.
Gelecekte, istemli hareketler aracılığıyla kalp, insan ruhunda meydana geleni, dış dünyaya taşıyacaktır.
Benzer biçimde, yukarıya doğru bir gelişme aşamasında olan diğer organlar ise, konuşma aracı bağlamındaki işlevleriyle soluma organlarıdır. Halen bunların aracılığıyla insan kendi düşüncelerini hava dalgalarına dönüştürebilir.
Böylece, kendi içinde deneyim lediklerini dış dünyaya aktarabilir.
İnsan, içsel deneyim lerini hava dalgalarına dönüştürür. Havanın bu dalga hareketi, kendi içinde olanı dışa vermektir. Gelecekte bu yolla, insan giderek içsel varlığına
daha geniş bir çapta dış form kazandıracaktır. Bu doğrultudaki nihai sonuç, mükemmelliklerinin zirvesine ulaşmış konuşma organlarının aracılığıyla, kendi türünü üretmesi olacaktır. Dolayısıyla, bugün konuşma organları kendi içlerinde gelecekteki üreme organlarını tohum düzeyinde barındırır.
Buluğ çağında erkekte ses değişimi şeklinde bir mutasyonun meydana gelmesi, konuşma araçlarıyla üreme arasındaki gizemli bağlantının bir sonucudur. !
İnsanın bütün fiziksel bedeni, bu şekilde, M anevi Bilimlerin bakış açısından ele alınabilir. Burada sadece birkaç örnek vermeyi istedik. Manevi bilimlerde, hem anatomi hem fizyoloji mevcuttur. Günümüz anatomisi ve fizyolojisi çok da uzak olmayan bir gelecekte, manevi bilimlerin
anatomisi ve fizyolojisi tarafından döllenmeye ister istemez razı olacak, hatta kendilerini tamamen ona dönüştüreceklerdir.!!! ..!

Bu alanda, yukarıda verilen türden sonuçların sırf çıkarımlara, örneğin benzeşim sayesinde varılan sonuçlar gibi spekülasyonlara dayandırılmaması gerekliği, fakat sadece Manevi Bilimlerin gerçek araştırmasından kaynaklanması gerektiği özellikle ortaya çıkmaktadır. Bu zorunlu olarak vurgulanmalıdır, çünkü bir kez bazı içgörüler kazandıklarında,
Manevi Bilimlerin ateşli üyeleri çok kolay bir şekilde fikirlerini boşlukta örmeye devam edebilirler. Bu yolla sadece hayallerin
üretilmesine şaşmamak gerekir ve aslında
bunlara bu tür araştırma alanlarında oldukça sık rastlanır.
Örneğin, kişi, yukarıda verilen betimlemeden şu sonucu çıkarabilir: İnsanın günümüzdeki üreme organları, gelecekte önemini yitiren ilk organlar olacağı için, geçmişte bu önemi elde edenler, ilk olarak bunlar olmuştu, demek
ki bunlar, bir anlamda insan bedeninin en eski organlarıdır. Aslında bunun tam tersi doğrudur. Bugünkü formunu en son bunlar almışlardı ve bunu ilk kaybedecek de yine bunlar olacaktır.!!!
Aşağıda sunulan, manevi bilim sel araştırmada ortaya çıkar. Güneş’te, insanın fiziksel bedeni bir bakım a bitki varoluşu seviyesine yükselmişti. O sırada sadece bir ether bedeni buna nüfuzetmişti. Ay’da bu, hayvan bedeni niteliğini aldı, çünkü astral beden buna nüfuz etti. Fakat tüm organlar, hayvan yapısına doğru olan bu dönüşüme katılmadı. Bazı kısım lar bitki düzeyinde kaldı. Dünyada, “Ben”in entegrasyonundan sonra, insan bedeni kendini
şimdiki formuna yükselttiğinde, bazı kısımlar hâlâ belirli bitki niteliğini taşıyordu. Fakat bu organların tamamen günümüz bitkilerine benzediği düşünülmemelidir.
İşte, üreme organları da bu organlar arasındadır. Bunlar dünyaya gelişmesinin başında hâlâ bir bitki niteliğini sergiliyorlardı. Bu, Kadim Misterler’in, Misterler geleneğine çok şey borçlu olan kadim betimleme sanatı, herm afroditleri [çift cinsiyetlileri] bitki "yaprağı" benzeri üreme organları ile temsil ediyordu.
Bunlar insanın öncüleriydi ki, hâlâ eski tür üreme organlarına sahiptiler (çift cinsiyetliydiler).
Örneğin, bu, Roma’daki Capitoline Koleksiyonum da bir herm afrodit figüründe açıkça görülebilir.
Kişi bu konuları incelediğinde, aynı zamanda, örneğin Havva’daki incir
yaprağının mevcudiyetinin gerçek nedenini de anlayacaktır. !!
İnsan, birçok gerçek açıklamaları kabul edecektir.
Öte yandan, çağdaş yorumlar sonuçta, sadece sonucuna varılmamış bir düşünceden kaynaklanır. Burada sadece, yukarıda belirtilen herm afrodit figürünün ayrıca başka bitki eklentilerini de gösterdiğini söylem ekle yetineceğiz. Çok uzak bir geçmişte bu yapıldığında, bazı insan organlarının bitkiden hayvan niteliğine dönüştüğüne dair gelenek hâlâ mevcuttu.
İnsan bedenindeki tüm bu değişiklikler sadece, ether bedeninde, astral bedende ve “Ben”de yer alan dönüştürücü kuvvetlerin ifadesidir, İnsanın fiziksel bedeninin dönüşümleri, insanın yüce kısımlarının eylemlerine eşlik eder.
Dolayısıyla, bu insan bedeninin yapısı ve faaliyeti ancak, insanın daha manevi ve zihinsel kısımlarının yüksek seviyedeki değişim lerinin nasıl meydana geldiğini gösteren
“Akaşa Kayıtları” iyice incelendiğinde kavranabilir. Fiziksel ve maddi olan her şey kendi açıklamasını manevi olanın aracılığıyla bulur.
Manevi olan incelendiğinde, fiziksel
olanın geleceğine bile ışık tutulur.

Kozmik Hafıza
Rudolf Steiner Kitabindan.

Not:Mitoloji okumak bilmek ve konuları birleştirmek ne kadar önemli değil mi?:)






Yorumlar